Çocukluğum 1970 lerin ortalarıyla-sonlarında geçti. Köylerde elektriğin genelde olmadığı, köy evlerine suyun daha gelmediği, köy çeşmelerinden taşıma sularla su derdinin çözüldüğü zamanlardı.
Eskilerin bildiği dışı alüminyum olup lamba ayarı yapılabilen iki kademeli el fenerlerinin, muhtar çakmaklarının kral malzemesi olduğu zamanlardı çocukluğum. Tekerlekerleri şakır şakır ötünce şimdiki otomobillerin egzoz sesi sevdası gibi mutlu olduğumuz yaylı at arabaların zamanıydı.
Akşamları karanlıkta harman yerine, çeşme başına, kavak altlarına toplanıp sohbetler edildiği, sırt üstü uzanılıp yıldızlara bakılarak arkadaşlarla laflandığı, biraz deli doluysanız elektriksiz köy sokaklarında el fenerli oyunların icad edildiği zamanlardı. Bazen köpeklerin kovaladığı. O sohbetlerde uyuyakalırsanız evdekilerin el fenerleriyle bağır çağır sizi aradığı zamanlardı. Küçücük köy yerinde bulunamadığınız zamanlar.
Arkası yükseltilmiş at arabalarından yapılan harman araçlarına daha çok buğday sığsın diye ağırlık olarak götürülüp buğdayı ezmek için üstünde güle oynaya tepindiğimiz günler. Ya da düven de dönüp dururken taşın üstüne ağırlık olarak oturtulduğumuz zamanlar. Pek bi işe yarar hissederdik kendimizi oysa sadece ağırlık olarak oradaydık. Kayışlı patosların, sap saman tozlarının, harman yığınının içinden tünel açıp içinde mağara kurup uyuduğumuz zamanlardı…
İmkânsızlıkların mı demeli yoksa olan imkanlardan mutluluk yaratmaya çalışmanın mı demeli bilmiyorum ama insanların kendisine yetebildiği yâda o duyguyu yaşamak için şanslar, bahaneler ürettiği dönemlerdi.
Ve o dönemlerden beri Konya da anızlar yakılırdı tarlalarda. Son bahar geceleri neredeyse fener alayı gibi olurdu uzaktan tarlalara bakınca.
Su gerçekten boldu. Hem de Allah ın suyu değil mi diyip haddinden fazla kullanabileceğimiz kadardı.
Hikâyeyi başa alalım diye anlattım aslında. Moda tabiriyle nostalji yapmanın tebessümüyle beraber. Anız yakarlardı demiştim ya. Şimdi sizinle bir anız yakma hesabı yapalım. Anızı yakmak yerine dekara 1-2 kg azotlu gübre atarak anızı sürmek bize ciddi kazanımlar sağlayacaktır. Anız yakımında toprakta oluşan ısı ise organik maddeyi yok etmektedir.
Diğer yandan bir ton buğday anızının 400 kilo civarında Karbon içerdiği düşünülür. Tarımda verimi etkileyen bir oran vardır. Karbon-Azot (C/N) oranı. İdeal ve verimli topraklarda bu oranın 14 olması tavsiye edilir. Şimdi düşünelim anız yaktığımızda ton başına tekrar verimli topraktaki C/N yi düzeltmek için zaten baştan dekarda 15-20 kiloya yakın gübreyi kaybettik.
Bu sohbetimiz anız yakmanın zararlı falan değil. En klasik konulardan başlamak için bahsettim sadece.
Derdin nedir derseniz açıkça söyleyeyim. Gerek ülkenin imkânları, gelişme şartları, gerekse önceki sohbetimizde biraz genel çerçevesini çizmeye çalıştığım tarımın yakın tarihi çerçevesinde üreticimiz bilgi anlamında gerilemeye başladı. Çünkü üreticinin bilgilendirilmesi ve ya kendini geliştirilmesi teknolojinin hızını yakalayamadı.
Sadece teknoloji mi, üretici ekonomiyle de hızlı bir yarış içine girdi zamanla. Basit bir tarım ekonomisi hesabı yaptı kendince ve görünen ya da duyulan o ki gübre tüketimi ya düştü ya da gübresiz ekimler oldu.
Gelin birlikte basit bir tarım ekonomisi hesabı yapalım. En klasik ürün buğday üzerinden mesela. En düşük buğday verimiyle en yüksek beklentinin ortalamasını alınca Sarayönü bölgesinde buğdayda dekar verimi 450 kilo civarında. Buğday da ise dekarda 450 kilo verim alabilmeniz için sap ve dane dahil, toprağa göre 7-9 kilo arası azot atmanız gerekebilir. Tarım tekniği düşünmeden hepsi varsayım mantığıyla en yüksek azot var diye üreyle yapsak bunu.
Saflık oranlarından bu azotu sağlamak için toprağınıza göre dekara 15-18 kilo üre atmak gerekir. Ekonomik olarak sadece üre bile atsak sadece azot un dekar maliyeti yaklaşık 150-200 tl arasında. Toprağınızın azotu, organik maddesi iyidir ve bu yüzden daha az gübre gerekir, azotlu gübreyi daha uygun şartlarda bulursunuz derken kendinizce kaça çekebilirsiniz bunu siz bilebilirsiniz. Azot, fosfor, potasyum, mazot…. Dekarda bölgeye ve toprağa göre verim…. Ürünün satış fiyatı… Kendi şartlarınızda ne çıkacağını sadece siz bilebilirsiniz çünkü tarım öyle bir şey ki yan tarlayla sizinki bile farklı olabilir.
Anlattıklarımı ortalama veriler, en kötü şartlarda düşünün ama söylemeye çalıştığım öyle zamanlardan geçiyoruz ki, gerek tarımın gidişi, gerek ekonomi derken üretici gerçekten eskisinden bilinçli olmalı. Üretici artık kendi köylüsüyle, yan köydekilerle rekabet etmeyi bir yana bırakıp aslında bu işi yapan herkesin bir nevi kader arkadaşı olduğunu düşünmeli.
Bilgi paylaşarak gelişir. Düşünülmeyen bir şey söyleyeyim. Siz doğru bilgiyi buldunuz. Ama yan tarladaki hala yanlış yapıyor. Emin olun zaman içinde onun yanlışları toprak yapısı, yeraltı suları, tozlanma, çiçeklenme şartları derken ve derken istemeseniz de sizinkine bulaşacaktır. En kötü buradan bakın.
Aslında sadece üretici değil, mühendisi, kurumu, kooperatifi ya da bu işin içinde geçimini sağlayan her kim varsa adım adım daha doğruya gitmek için iş birliğine neredeyse mecbur olmaya başladık. Eğer tarım sürecekse ve bu işten herkes bir ekmek yiyecekse kısacası.
Zaman ve haftalar içinde tarımın tekniğine yönlenecek sohbetlerde görüşmek umuduyla.