ASIL HİKÂYE BU

.

Dile kolay

Çok uzun yıllardır bu şehirde gazetecilik yapıyorsunuz. İbret alınacak basit olayların yanında tarihin hesap soracağı olaylara da tanıklık ediyorsunuz.

Hele hele vatan sevgisini canı ile ödeyen bu milletin inancı ve tarihinden yüklü gelen değerleriyle oynayanlara tahammül edemeyip savuma yapmak zorunda bile kalıyorsunuz

Bu milletin evlatlarına daha yakın tarihimizde haksız ve hukuksuz şekilde başörtüsü zulmü yaşatıldı. Zorbalıkla eğitim hakları ellerinden alındı.

Kurumunda inancı gereği vakit namazını eda etmek isteyenlere, ekmek parası zehir edildi.

Bir vatandaş EMİLE ZOLA diye bir yazarın romanından alıntı yaparak Fransız toplumunda Dreyfus Davası sürecinde yaşanan haksızlıkları ve kendisinin de içinde olduğu bir grup insanın verdiği mücadeleyi alıntı yaparak paylaşmış.

Romanda; Marc öğretmen, Yahudi kökenli olduğu için haksız yere suçlanarak ömür boyu hapse mahkûm edilen öğretmen Simon’un suçsuzluğunu ortaya çıkarmak için mücadele ettiği anlatılıyormuş

Vatandaşın paylaşımının içerisinde “İş birliği içerisinde hareket eden çeşitli güç odakları toplumda baskı oluşturarak toplumu istedikleri gibi yönetmeye çalışmaktadırlar.” cümlesi de var.

Bu cümleleri okuyunca kendisini, kendisine hatırlatmak istedim.

Bu vatandaş Başörtüsü zulmü yaşayan öğrencilerin eğitim haklarının ellerinden alındığında sorumlu birisiydi.

Ben paylaştığı romanın kahramanı gibi, yakın tarihimizde yaşanan bu zulüm karşısında yetkili birisi olmasına rağmen bir mücadelesini görmedim.

Öğrencileri okullarının önünde bekletmeye mecbur bırakan bu zulüm karşısında bir duruş sergilediğine hiç şahit olmadım.

Hatta paylaştığı yazının altına da aynen şöyle yorum yaptım

Ahmet Turan

“Başörtüsü zulmü gibi. Haksız ve hukuksuz bir şekilde zorbalıkla binlerce öğrencinin eğitim hakkı engellendi. Yetkili olanlarda sadece kendi menfaatleri için bu zulme seyirci kaldılar. Hatta teşvik ettiler. Hocam asıl hikaye bu.”

Şeref Malkoç anlatmış. "Nisan 1998'de Erbakan hoca telefonda bana 'Ankara emniyetinden polisler beni almaya geldiler' dedi. 'Hocam nasıl olur, siz başbakansınız, evinizde 10 koruma var. Size bunu nasıl yaparlar?' deyince 'Hemen gel' dedi. Balgat'taki konutuna gittim. Elleri silahlı polisler evi kuşatmışlardı. Amirleri ile görüştüm, 'emir var' dediler. Hemen Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gittim. Emniyet Müdürü Cevdet Saral'a 'Bunu nasıl yaparsın? Sen Erbakan hocayı, bir başbakanı nasıl polise aldırırsın?' diye sorunca kendisi bana bunun savcı Nuh Mete Yüksel'in talimatı olduğunu söyledi. Emniyet ve hükümetle görüşüp polisleri konuttan geri çektirdik."

"28 Şubat'ta olan bir olayı anlatacağım. Bunu bir Hasan Gül bir de ben bilirim.

İsmail Hakkı Karadayı, Çevik Bir, Tansu Çiller, Süleyman Demirel ve Erbakan Hoca bir toplantıya girdi.

28 Şubat postmodern darbesi öncesi Milli Güvenlik Genel Sekreterliği'nde son toplantıydı.

Saat 10'da toplantı başladı. Saat, 13.00'a kadar sürdü. Öğle ezanı okundu.

Çiller'e yanındakiler kuşburnunu hazırlıyor. Demirel'e yanındakiler ilacını hazırladı. Onlar tedbirli gelmişti. Bizde ne çanta ne de başka bir şey var.

Hasan Gül bana "İbrahim, Hoca kesin abdest almaya çıkacak" dedi.

Havlu, terlik hiçbir şey yok. Mola verdiler. Hoca, kan ter içinde kalmış.

Erbakan Hoca, Hasan abiye "Hasan bana bir abdest aldırın" dedi. Koca Başbakanı aldık, asker tuvaletine götürdük.

Ben, rahmetlinin ceketini aldım. Havlu kağıtlarını hazırladım. Merhumun biraz kilosu vardı. Askeriyenin lavaboları yüksekti. Bacağını zor kaldırıyordu.

Hasan müdür, Erbakan Hocanın koluna girdi, tam sağ ayağından abdest alırken, içeriye Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı girdi.

Bunun daha devamı da var.

Zamanında yetkili olan vatandaş ilgini çekerse, asıl hikaye bu.

Bunu da paylaşın

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Köşe Yazıları Haberleri