Bir hafta sonra tekrar selam ve esenlikle…
Bu haftada bitkilere biraz farklı bakmaya çalışalım. Başlangıç yazıları hep “üzerine” diye başlasa da aslında bu başlığı üç yazıda kapatalım istemiştim. Hafta ya da tarımın ekonomisi üzerine diyerek başlangıç sohbetlerini tamamlamak düşüncesindeyim.
Konuya biraz farklı yerden düşünerek girsek. Mesela hayvanlardan. Çoğu insan hayvanlara biraz daha yakınlıkduyar ya da daha merhametlidir. Biyolojik olarak benzeşmemizden belki de. Gözleri vardır. Bizim gibi görürler. Onlar da normal, üzgün, kızgın bakabilirler. İnsanlar kadar olmasa da düşünürler. Hatta bazen şaşırırız bunu nasıl yaptı diye. Sesleri vardır. Dilleri. Belki kendince bir lisanları.
Her hayvanın farklı sesi. Canı yanınca, kızınca farklı çıkardıkları sesleri. Duyguları vardır. Üzülürler, kızarlar ya da küserler bazen. Benzemek dediğim her şey, biyolojik olarak bitkilere kıyasladığımızda daha çok ortak yanımız olması.
Böyle düşündüğümüzde hepimiz için bitkiler bu sınıf canlılar değildirler. Biyoloji kitaplarında böcekler gibi değil de kırmızı kanlı, belli ısı derecelerinde yaşayan bu tür canlılara farklı bir sınıf açılır. Eskiden “sıcakkanlı” canlılar adı verilirdi kitaplarda.
Gelelim konumuz olan bitkilere. Otundan ağacına kadar. Sessiz canlılardır. Onların tek sesi canları yandığında çıkar. Kırdığınızda, kestiğinizde çıkar tek sesleri.
Bir bitkiyi koparırken ki çatırtı çıtırtı. Bir dalı kırarken ki ses. Tek sesleri acı duyduklarında çıkar.
Bitkiler içinde de adları floem ve ksilem denilen damar bulunur. İnsanlarda ya da sıcak kanlı canlılara benzetmeye çalışırsak atar damar ve toplar damar görevi gören farklı iletim yolları vardır.
Köklerden suyu alır, yarayışlı hale getirir, her yere kılcal damarlar gibi iletir, son olarak fazla ve işi biten suyu kökler etrafında tekrar toprağa karıştırırlar. Bir bitkiyi kırdığınızda hissedersiniz bitki öz suyu denen şeyi. Eliniz biraz yapış yapış olur ya. Tam da o aslında. Böyle düşündüğümüzde bitki öz suyu onun kanı gibidir. Bir bitki kendi içinde onu üretemezse, floemlerele kesilmelerle içinde çeviremezse ölür.
Onların bir gözleri yoktur ama hayata açılan, gözle görülemeyen cinste ve sayılamayacak kadar çoklukta adı “stoma” olan ya da farklı yerlerde farklı isimlerle küçük delikleri vardır. Onlarla nefes alırlar. Onlarla terler yada dış dünyayla ilişki kurarlar. Ve o delikler en çok, en yoğun yapraklarda bulunur.
Bir yaparak her şeyi söyler size. Susuzum. Açım. İçimde demirim, çinkom eksik ya da fazla attın zehirleniyorum. Doktorların muayenede hastanın ilk baktığı yerlerden biri gözlerdir. Sarı mı, kanlı mı, büyümüş mü, küçülmüş mü vesaire gibi. Bir yaprakta size her şeyi söyler aslında.
Bitkilerin bir midesi, akciğeri, karaciğeri ya da bu anlamda alıştığımız organları yoktur ama aynı işleri gören, aynı görevleri yapan kendince yapıları vardır. Böbrekleri yoktur ama mesela bitki öz suyunun kullanılıp kendince işe yara-mayan kısmını köklerle toprağa verirler. O su nemi yapar. Kök civarında toprakla birleşerek karbonik asit denen zayıf bir asit üretir ve o asitte kök çevresinde bulunan toprağı çözerek bitkinin almak istediği besinleri yada kimyasal yapıları hazır hale getirir.
Kökler kadar bitkiye besin, su ya da ilaç gibi ihtiyacı olan şeyleri içeri alan gözle görülmeyen ve yine yaparaklarda bulunan küçük delikler mesela. Bir nevi ağzıdır bitkinin. Nefes alır. Su emer. Su atar.
Her şey farklı işler. Farklı yapılardır. Sıcak kanlı canlılardan farklıdırlar. Belki tuhaf ama bir şekilde onlarda düşünebilir diye bakabilirsiniz. Acıktığını, susadığını söyler kendince. Hasta olduğunu. Yeter su verme , gübre atma demeye çalışır kendi dilince ve genelde yaparaklarıyla. Kendi içinde bir kimyasalın işine yarayıp yaramayacağına karar verebilir yaptığı işlemlerle.
Her şey farklı da olsa bir canlı türüdür onlarda ve görmek anlamak istersek kendince bir dilleri, kendince bir kanı, canı, sesi soluğu olan varlıklardır onlarda. Yani şöyle düşünün. Bir canlının canlı olduğunu anlamamız için illaki bize benzemesi mi gerekir. İlla size normal, üzgün ya da kızgın bakan gözleri mi olmalı. Bir dili olup ses mi çıkarmalı yada kesildiğinde kırmızı bir kanı mı olmalı. Bakmasını bilirsek onlarda çok şey anlatabilirler.
Son yıllarda daha çok çalışılan yeni bir bilim dalı var mesela. Adı “dendrokronoloji”.
Hani ağaçlar yada üzüm asmaları gibi odunsu bitkilerin gövdelerinden yaşını okuma konusu var ya, onu daha ileri götürdüler. O yaşın halkaları içine bakarak, renginden şeklinden o ağacın o yıl ne yaşadığını kestirebiliyorlar artık yavaş yavaş. Kuraklık mı oldu, sel baskını ya da aşırı sulamamı yapıldı. O yıl bitki hastalandı mı gibi yorumlar yapabiliyorlar. Yeni gelişen bir konu ama anlıyoruz ki bitkilerde doğa gibi her şeyi aklına yazıyor aslında.
Bunların toplamında konuya hakim uzman kişiler diyebilirler belki yeni tür ekolojik tarım için bir zemin yazıları mı? Asıl söylemek istediğim o değil. İlk yazıda toprak konusunda konuştuğumuz gibi. Bir canlıyla, yaşayan, hasta ya da iyi olabilen, içinde bir çok şeyi yapabilen, canlı bir organizmayla çalıştığımızı düşünmek sadece. Sanayide torna tezgahında üretim yapmadığımızı düşünmek. Bir sanayi üretiminde, olmayan hatalı bir ürünü hemen telafi edebilirsiniz.
Çünkü cansızdır. Ya da canlıya göre tekrar telafisi çok kısa sürededir. Ama bir canlıyla iş yaptığınızı düşünmeden sadece kazanmak amacıyla ve çalıştığınız canlıyı anlayıp dinlemeden bir şeyler yaparsanız o yıl tüm emekleriniz boşa gider. Ya da şöyle düşünün. Doktorsunuz ve hastanız umrunuzda değil. Yeter ki maaşıma, özeldeyseniz gelirime bakayım. Ya da avukat. Banane batarsa batsın. Boşanırlarsa boşansınlar. Ben para mı alayımda. Belki sanayici. Şu malı parlatıp satayım da nerde patlarsa patlasın. Bu mantıkla ve bu ahlakla yapılan işin hayrı ne kadardır?
Konunun insani yada felsefi yanında yaptığımız her hata o yıl ya da uzun vadede bize bir şekilde geri dönecektir. İşimiz buysa ekonomik olarak, insan olarak ve genel anlamda doğada ki olumsuz değişmelerden etkilenerek yaşarız bunları. Çünkü doğada temel ölçü bir şekilde dengedir. Doğa bir yöntemle kendini denge de tutmaya çalışır. Bir süre sessiz kalır, biriktirir, anlamamızı bekler ama dengeler bozulduğunda savunmaya geçer.
Toprağında yaşayan bir organizma olduğunu düşünmemiz gibi bitkilerin de yaşayan soluk alan canlılar olduğunu bilerek çalışmak. Onları üzsekte, hasta etsek de, öldürsek da bizim okuyamadığımız bir dilde şikayetini toprağa yapar. Kökleri aracılığıyla toprağa karıştırdıkları kötü sular. İlaçlar ve birçok şeyle. Adı üstünde toprak ana deriz ya. Analar susar. Biriktirir ama evlatlarına düşüncesizce davranırsanız yani eğer biz ciddiye almazsak bir gün bizim anlamadığımız, fark etmediğimiz kızgınlığını yüzümüze vurur.
Bir şeylerin canlı olduğunu, bir şekilde yaşadığını anlamamız için göze, sese, kana ihtiyacımız yok aslında. Görmek istersek doğa da hayatta çok şey anlatıyor bize. Sadece görmek anlamak isteyelim.
Tüm bunların işimizle gücümüzle ne ilgisi olduğunu ise diğer sohbetimizde konuşmak, ürünü bol kazancı bereketli işleriniz olması umuduyla selamlar diyerek vedalaşayım bu sayıda.