BU ORDU YENİLMEZ

Millet olarak inancımızdan aldığımız değerlerimiz var.Sevgi, saygı, hoşgörü, haram ve helal ağırlıklı bu değerlerimiz asırlardır yaşadığımız topraklarda, bizi biz yapan kurallar halini alırken, başka milletler tarafından...

Millet olarak inancımızdan aldığımız değerlerimiz var.

Sevgi, saygı, hoşgörü, haram ve helal ağırlıklı bu değerlerimiz asırlardır yaşadığımız topraklarda, bizi biz yapan kurallar halini alırken, başka milletler tarafından da ‘Medeniyet’ olarak tarif edilmiş.

‘Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’ anlayışı komşuluk ilişkilerini geliştirmiş. Bu sayede müslüman olmayan komşular bile bu milletin evlatlarından hep iyilik görmüş. ‘Yetimin hakkına el uzatma’, haram ve helal anlayışı ise, adaleti dünyaya tanıtmış.

Değerlerimizin kıymetini unutmamak için Osmanlı döneminde yaşanan iki hikayeyi alıntı yaparak sizlerle paylaşmak istedim.

Çünkü kendimizden öyle uzaklaşıyoruz ki; geri döndüğümüzde belki de hiçbir şeyimizi yerinde bulamayacak duruma düşeceğiz.

BİZİ NİYE TANIŞTIRMADIN

Kânûnî Sultan Süleymân Han, Yahyâ Efendi'nin bir evliya mürşid olduğunu, Hızır Aleyhisselâm ile görüştüğünü bilir, kendisini de görüştürmesini istermiş.

Bir gün Yahyâ Efendi ve Kânûnî, kayıkla Boğaz'da gezmeye çıkmışlar. Yahyâ Efendi yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa binmiş. Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendi'nin ahbâbı, devamlı Kânûnî'nin parmağındaki çok kıymetli bir yüzüğe bakıyormuş. Kânûnî bu hâli fark edince, parmağındaki yüzüğü çıkarıp; "Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz" diye uzatmış. O zât yüzüğü alıp, evirip çevirdikten sonra, denize atıvermiş. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret etmişler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaşmış. O zât ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultân'a uzatmış. Avucundaki suda, biraz önce denize attığı yüzük varmış. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes yine çok hayrete düşmüşler. Kânûnî elini uzatıp yüzüğü alınca, adam birdenbire gözden kayboluvermiş. Kânûnî, Yahyâ Efendi'ye dönerek; "Ağabey, neler oluyor?" diye sormuş; "O gördüğünüz Hızır Aleyhisselâm idi" cevâbını vermiş Yahyâ Efendi. Kânûnî bunun üzerine; "Bizi niye tanıştırmadınız?" diye sorunca, Yahyâ Efendi şöyle cevap vermiş; "O kendini tanıttı; ama siz tanımakta geç kaldınız".

SİZ BU ORDUYU YENEMEZSİNİZ

Kanuni Sultan Süleyman Han, haçlı saldırılarına son vermek için ordusuyla sefere çıkmıştı. Ordu, ağır ağır ilerliyordu.

Yol dar olduğundan, ordu mecburen bağların içinden geçiyordu. Hava da çok sıcak olduğu için asker susuzluktan kıvranıyordu.

Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopararak biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asma ağacına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlayarak, yoluna devam etti. Çok geçmeden mola verildi. Asker, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu.

Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler.

Kanuni sordu:

Nedir bu hâlin, kan ter içinde kalmışsın, yoksa askerler sana zarar mı verdi?

Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrik etmemek insafsızlık olur.

Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?

Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.

Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretti. Hristiyan köylü, bu askere ne gibi mükafat verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihayet asker bulunup, Padişahın huzuruna getirildi. Kanuni, (Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın caiz olmadığını bilmiyor musun?) diye askeri azarladı. Sonra da, (Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın) diye emir verdi.

Hristiyan köylü heyecanla Kanuni’ye sordu:

Ben bu askerin mükafatlandırılması için gelmiştim, siz onu niye cezalandırdınız?

Kursağında, haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zalimlerden olurdu. İşte o zaman kellesini bile zor kurtarırdı...

Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, rahip, birkaç rahibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar. Bu durumu uzaktan ibretle seyreden rahip, hemen Haçlı kumandanına şunları yazdı:

“Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, Allah yolunda savaşıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Köşe Yazıları Haberleri