Son yıllarda bir çok ülkede yaşanan ekonomik, askeri ve siyasi sorunlar devletlerin dayanıklılıklarını da test ediyor.
Aslında adı konulmamış bir dünya savaşının esintileri, özellikle bizim bulunduğumuz coğrafya da insanların gündemini de oluşturmaya başladı.
Birinci ve İkinci dünya savaşı da gösterdi ki; devletlerin ayakta kalması veya sınırları içerisinde istikrarını muhafaza etmesi milletinin karakteri ve tarihi kökleri ile orantılı.
Türk Milleti, devletle yaşamayı asırlar öncesinden Oğuz Kaan Destanı ile tüm insanlığa duyurmuştur.
Türkler boylarıyla, soylarıyla, çadırlarıyla, atlarıyla ve beslenmelerini sağlayan hayvanlarıyla tanınmış, yiğitlikleri ve misafirperverlikleri ile de güven vermişlerdir.
Tarihi destanlarımızı öğrenmeye çalıştığımız bugünlerde ecdadımızın aile, inanç ve töre değerleriyle devleti nasıl ayakta tuttuklarına şahit oluyoruz.
Ama değerlerinden uzaklaşınca da nasıl savrulduklarını içimiz yanarak görüyoruz.
‘Tarihi dizilerin toplumun bilinçlenmesindeki önemi’ ni konuşmak için bir araya gelme teklifini ilettiğim KTO Karatay Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Caner Arabacı hoca, bizim öğrenmek istediğimiz konuyu HİSDER’de düzenlenen ‘Tarih Bilincinin Toplumsal Travmalar Döneminde Rolü’ konulu sohbetinde anlattı.
Özellikle çevremizdeki ülkelerde yaşanan savrulmalar yüzünden konunun önemine binaen sohbette anlatılanları olduğu gibi köşemize taşımak istedim.
Caner hoca “Devleti aile, inanç ve değerler ayakta tutar” diyerek başladığı sohbetinde “Tarih bilincini kaybeden toplumlar birlik ve bütünlüğünü kaybeder. Kimliğiyle birlikte şahsiyetini de kaybeder. Devlet bizim siyasi organizasyonumuzdur, çatımızdır. Devleti aile, inanç ve değerler ayakta tutar” dedi.
Prof. Dr Caner Arabacı tarih bilincinin toplumsal sarsıntılar döneminde rolünü dile getirirken şu ifadelere yer verdi.
Hafıza hem şahıslarda hem toplumlarda kimlik belirleyen, şahsiyeti şekillendiren temel unsurdur. Hafıza kaybolduğu zaman kimlik kaybolur, toplum birlik ve bütünlüğünü kaybeder. Şahsiyetini kaybeder.
1908’lerde İngiliz Büyükelçisinin arabasını kendilerini koşarak elçilik binasına kadar çeken okumuş zümre düşmanına hayran.
İngiliz sefirinin arabasını Türk gençleri, Müslüman kökenli insanlar nasıl çekebilirler?
Artık devir değişmiştir. Bilinç kaybı başlamıştır. Değerler kaybı başlamıştır.
Değerler kaybı olduğu zaman tarih şuuru kaybolur. Mantık, şahsiyet kaybolur. Şahsiyet kaybı, değerler kaybı aydın kaybını; aydın kaybı toprak kaybını, vatandaş kaybını, devlet kaybını getirir. Türk milleti önce aydın düşüncede savrulmayı yaşadı, sonra toprak kayıpları, vatan kayıpları geldi. Osmanlı’nın yıkılışını da bu silsile içinde değerlendirmek lâzım. Onun için toplumsal travmaların olduğu dönemlerde eğer tarih bilinci, şahsiyet savrulması, değerler savrulması da varsa yıkım mukadder oluyor.
Hafıza kaybı ile tarih şuuru arasında kopmaz bir bağ vardır. Hafızayı şekillendiren, besleyen, yönlendiren tarih bilincidir. Geçmişle ilgili, geçmiş tecrübelerle ilgili, varlıkla ilgili, yaşananlarla ilgili birikimin insan görüşünü, hayatını ve tabi ki değerlerle bağını da vurgulamak lâzım. Tarih bilincinin olmadığı yerde toplumsal hafıza olmaz. Birlik olmaz. Başarı olmaz. Yüksek bir eser ve ürün ortaya koyma mümkün olmaz.
Devletlerin dağılma döneminde bu tür travmalar yaşanır. Çünkü devlet dağılırken millete dayanarak kurulmuş olan siyasi organizasyon, evin, ev sahibinin başına yıkılması gibi bir travmatik durumla müthiş darbeyle milletin tepesine yıkılır. Türk milleti bu travmayı tarih boyunca çok yaşadı.
Türk tarihinde yaşanan travmalar ile tarih bilinci kaybına müsbet ve menfi örnekleri Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Hisar Kalesi’ni 100 cengâverle fethederken okun isabet etmesi üzerine bir gözünden olan ve arkadaşlarına; “Çift gözle geriye bakmaktansa tek gözle ileriye bakmak yeğdir.” diyen Abdurrahman Gazi ile Balkan Harbi’nde; Selanik’i Yunan’a tek kurşun atmadan 26.000 askerle birlikte teslim eden ve katledilmelerine sebebiyet veren Kara Hasan Tahsin Paşa’nın bu ihanetinin, kanlı Balkan bozgununu da beraberinde getirdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz.
Değerlerde bütünseniz, ailede bütünseniz, yâni inanç alanında bütünlüğü koruyorsanız, aileniz sağlamsa; dünyanın en dehşetli yıkımlarını bile yaşasanız kurtulabiliyorsunuz. Eğer değerlerde parçalanıyorsanız, ailede yıkım yaşıyorsanız ölüyorsunuz. Toparlanma mümkün olmuyor. Sanki o tarih bilincini dirilten, harekete geçiren ana unsur; değerlerdeki sağlamlık, ailedeki sağlamlık.
Tarihteki çoğu başarılar bilek gücüyle değil, bu unsuru harekete geçiren yürek ve kafa gücüyle elde edilmiştir. Abdurrahman Gazi’nin tek gözle ileriye bakmanın gerisinde İ’lây’ı kelimetullah var. Cihan hâkimiyeti mefkûresi var. Kızılelma var. Devlet-i ebed müddet var. İnanç yapısı var. Değerleri var. Yıkım devrinde toparlanış ve diriliş işte bu bilinçle gerçekleştirilebilir.
Şimdi bir tarafta gözündeki oku çıkarıp mücadeleye devam eden ve kaleyi fetheden kahraman bir adam var. Öte tarafta Selanik’i savunmak için 1912’de 26.000 asker emrine verilmesine rağmen imzayla, tek kurşun atmadan Selanik’i Yunanistan’a teslim eden Kara Hasan Tahsin Paşa diye birisi var. Bu aşağılık durumu nasıl izah etmemiz lâzım? O travma döneminin ruh çöküntüsü burada var. Dehşetli bir şeydir bu. Ruh çöküntüsü, değerler çöküntüsü olduğu zaman elinizde asker, yanınızda silah, emriniz altında müthiş güçler bile olsa siz hayra hizmet edemezsiniz. Çünkü siz kafada savruldunuz. O yürek işi yok. Yürek olmayınca bilek işi de olmuyor. Kara Hasan Tahsin Paşa’nın Yunan’a teslim ettiği çoğu asker aç bırakıldı, susuz bırakıldı, öldürüldü. Yıkım dönemlerinde siyasi yıkım olmuyor sadece. Ruhî yıkım oluyor. Bu ruhî yıkımın gerisinde de şuursuzluk var. Değerlerle irtibatsızlık, inançla irtibatsızlık, tarih bilinciyle irtibatsızlık var.
Suriyeli bir gencin; ‘Ülkemizde bir araya gelemedik ama Gaziantep’in çöplüğünde bir aradayız’ sözleri son zamanlarda vatan sevgisi için verilen en iyi ders gibi geliyor bize.
Unutmayalım bizim en güçlü silahımız, birliğimiz ve dirliğimizdir.