Gençlik yıllarımızda başrol oyuncusu Cüneyt Arkın olan ‘Dört Yanım Cehennem’ diye Türk Filmi vardı.
Çevremizde yaşananlar yıllar önce seyrettiğimiz o filmi aklıma getirdi.
Filmin içeriği bugün yaşananlardan pek farklı değil.
Yine Cüneyt Arkın’ın başrol oynadığı Malkoçoğlu, Fatihin Fedaisi Kara Murat, Estergon Kalesi gibi filmler ise o yılların aksiyon yüklü tarihimizi canlandıran filmleriydi.
80’li yıllarda gişe rekorları kıran o filmlerin 16-17 yaşında olan gençlerin düşünce yapısını oluşturmada çok büyük etkisi vardı.
Filmin bitişi ile birlikte sinema çıkışında başlayan Vatan- Bayrak sevgisi sohbetleri, her ortamda öncelikli konular arasında yer alırdı.
Demek ki; yıllar geçse de coğrafyanın ve bizim milletin sohbet konusu çok değişmiyor.
O gün bizi rahatsız eden dört yanımız, bugün yine bizi rahatsız ediyor.
Bir TV dizisinde oyuncunun aynı ortamda bulundukları ABD Büyükelçisi rolündeki kişiye yönelerek “Amerika da niye KARIŞIKLIK olmaz. Çünkü ABD de, ABD Büyükelçisi yok da ondan” sözleri ile “Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir” şeklindeki Kızılderili Atasözü dört yanımızı rahatsız edenler için söylenmiş nadide sözlerin en önemlileridir.
İngilizler, dün Çanakkale’ye Anadolu’yu bilmeyen Anzakları getirip savaştırtırmışlar.
Ardından Yunanlıları kışkırtıp Fransızları, İtalyanları getirmişler.
İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar o gün derslerini aldıkları için, bugün uzaktan oynamaya çalışıyorlar.
Yunanistan ise Eğe Denizi’ndeki hezimetini, bir de Atina da yaşamak istediği için yakından dudaklarını oynatıyor.
Demek ki Mehmetçiğin yaşattığı hezimetin tadı damaklarında kalmış.
Şimdi de İngiliz ve ABD’liler Yunan’ın bu iştahını ganimete çevirip üsler kuruyor, silah ve cephane yardımı yapıyor
Irak’ta ve Suriye de yılladır besledikleri PKK, PYD ve YPG terör örgütlerini kışkırtıyor.
Aslında biz dört yanımızın cehennem oluşuna alışkınız.
Bu cehennemi içimizde İstanbul’a inen İngiliz Büyükelçisini elçiliğe kadar götürecek faytona at olanların yavruları da mevcudiyetini koruduğu sürece hep yaşayacağız.
O gün yaşananları, tarihi kayıtlardan alarak bir hatırlayalım.
Enver, Resneli Niyazi ve Eyüp Sabri beylerin emirlerindeki askerî birlikler ve bunlara katılan sivil gönüllülerle 10 Temmuz 1908’de Balkan dağlarına çıkarak Sultan II. Abdülhamid’e Meşrutiyet’i yeniden ilan ettirmek üzere başlattıkları isyan “1908 Jön Türk İhtilali” olarak geçer tarihe. Sultan’ın aldığı askerî tedbirlerle isyanı bastıramaması üzerine Meşrutiyet, onun tarafından yayınlanan bir bildiriyle 24 Temmuz 1908’de ilan edilmiştir. II. Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde, Jön Türkler (daha ziyade İngiliz taraftarı olan sivil unsurları) bu ilana İngilizlerin desteğiyle ulaşıldığı zannı ve Meşrutiyet’le yönetilen İngilizlerin bu yönetimine hayranlık duymaları sonucu olacak ki, İngiltere’den atanarak İstanbul’a 31 Temmuz 1908’de gelen İngiliz büyükelçisi Gerard Lowther’in arabasının atlarını Sirkeci garında sökmüş, Galata’nın sarp sokaklarından geçerek İngiliz büyükelçiliğinin Cadde-i Kebir (bugünkü İstiklal Caddesi) üzerindeki binasına (bugün İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu olarak kullanılıyor) kadar kendileri çekmişti. Arabayı çeken Jön Türkler’in arasında bulunan Ahmet İhsan (Tokgöz) hatıralarında şunları yazar:
“1908 Temmuz’unun 23. günü İstanbul’da bulunmayan İngiliz sefiri Lowther şehrimize döndüğü zaman Sirkeci istasyonunu baştanbaşa doldurmuştuk. Büyükelçiyi candan ve gönülden alkışlıyorduk. Nihayet coşkun gençler, büyükelçinin arabasını çeken atları söküp arabayı kendi kollarıyla çekmişlerdi.”
Bunlarda da değişen yok.
Orijinal duruyorlar.
Mevlam görelim neyler.
Neylerse güzel eyler.