ÇEŞMELİSEBİL’DE LAKAPLAR VE 1934 LAKAP KANUNU
LAKAPLARLA İLGİLİ KANUNİ DÜZENLEME
Kanun Teklifi
Lakapların kaldırılmasıyla ilgili kanunî düzenleme 26 Kasım 1934 tarihinde meclis gündemine getirilmiştir. Düzenlemenin ilk şekli şöyledir; “Efendi, bey, beyefendi, paşa, hanım, hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar."
Daha sonra bu kanun metnine Urfa milletvekili Refet’in teklifiyle “hacı, hoca, hafız” kelimeleri, Isparta milletvekili Mükerrem’in teklifiyle “ağa” kelimesi, Balıkesir milletvekili Vasfi’nin teklifiyle “molla” kelimesin dâhil edilmiştir. Yapılan görüşmeler sonunda kanun teklifi şu şekilde son halini almıştır; “Ağa, hacı, hafız, hoca, molla, efendi, bey, beyefendi, paşa, hanım, hanımefendi ve hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar”.
26 Kasım 1934 tarihinde 2590 sayılı kanun ile lakap ve unvanların yasaklanmasından sonra mülki amirler tarafından zaman zaman lakapların kullanılmaması yönünde halk uyarılmıştır. Daha sonraki tarihlerde eskiyi hatırlatan mahalle ve sokak isimlerine kadar bu yasak genişletilmiştir.
KANUNUN ESBAB-I MUCİBESİ VE TARTIŞMALAR
Lakap ve unvanların kaldırılmasıyla ilgili kanunî düzenlemenin gerekçesinde dikkatlerimizi çeken bazı çelişkili hususlar vardır. Bunlar maddeler halinde aşağıda belirtilmiştir.
1.Kanun teklifinin gerekçesinde ”Türk inkılâbının en açık vasfı demokratik olmasıdır.‛ denildikten sonra Türk toplumunun eskiden hiçbir lakap ve unvan taşımadığını ve ortaçağda bir takım unvanlar ortaya çıktığı ifade edilerek şunlar kaydedilmektedir; ‚Bu lakap ve payeleri silinmez bir hak gibi taşıdı ve bunları halkı ve hakkı ezmek için mütemadiyen kullandı. Vakıa bu gün Türk inkılâbı ve Cumhuriyeti kanun önünde herkesi müsavi yapmıştır”.Bu kavramlardan acaba hangisiyle “halkın ve hakkın ezilmesi‛ için kullanılmıştır merak konusudur. ‚Beyefendi” lakabı mı “halkın ezilmesinde‛ kullanılmıştır? “Hanımefendi‛ unvanı mı ‚halkın ve hakkın ezilmesinde‛ kullanılmıştır? Türk illetinin öteden beri kullandığı nezaket ve saygı ifadelerinin tahakküm ve zorbalık olarak tavsif edilmesi düşündürücüdür.
2.Gerekçede “Eski devirlerden arta kalan bu lakaplar (beyefendi, bey, hanım, hanımefendi, paşa vs) ve tabirler kullanılmakla ulusal üyeler arasında eski sınıf ve tefevvuk (üstünlük) hatıralarını uyandırmakta, milletin demokratik asil ruhunu incitmektedir.‛ denilmektedir. Bir nezaket ve saygı ifadesi olan “beyefendi, bey, hanımefendi vs.” gibi unvan ve tabirlerin toplumdaki demokratik asil ruhu nasıl incittiği cidden merak konusudur.
3.Yine bahse konu düzenlemenin gerekçesinde şöyle denilmektedir: “Yabancı devletlerin başka yabancı devlet tebaasına birçok sebeplerle nişan vermeleri vakidir. Cumhuriyetin teessüsünden beri Türkler demokrasiye bağlılıklarından bu nişanları takmamaktadırlar. Kanunun son fıkrası verilen ve badema (bundan sonra) verilecek olan yabancı devlet nişanının taşınmasını menetmektedir”.
Bu metinden anlaşılacağı gibi yabancı ülkelerde görev yapan diplomatlarımız kendilerine nişan tevcih edildiğinde bunları almayacaklardır. Bunun gerekçesi olarak da “Türkiye demokrasisi‛ gösterilmektedir. İlginçtir Türkiye demokrasiyi Batıdan almakta fakat Batı ülkelerinde uygulanmakta olan nişan verilmesi ve taşınmasını “demokrasiye uygun‛ bulmamaktadır. Yani demokrasiyi aldığımız ülkelerden daha “demokratik‛ oluyoruz (!).
TBMM’de kanun teklifi tartışılırken Çanakkale milletvekili Ziya Gevher diplomatlarımıza nişan verilmemesini isteyerek şöyle gerekçelendirmiştir; “Avrupa’da bazı saray adetleri, nişan verilen adamların nişanla oraya gelinmesini emreder. Böyle ananeler vardır. Eğer siz sefirinize o devlet tarafından nişan verildiği halde takma salahiyeti vermezseniz merasime iştirak etmemek gibi fena bir neticeye intikal edebilir. Kanun vardır, kanunda alamaz dersek daha doğru olur”. Milletvekili Gevher,
Avrupa demokrasisinde normal karşılanan bir uygulamanın Türk demokrasisinde yasaklanmasını istiyor. Bu ilginç bir çelişkidir.
“Bey, Beyefendi” Unvanları
Giresun milletvekili Tarık Us’a göre “bey, beyefendi, efendi ve ağa” unvanlarının yasaklanmış olmasından “sevinmeyecek hiçbir arkadaş yoktur”. Bu unvanların nasıl bir sınıf ortaya çıkarak “Türk demokrasisini zedelediği” Us tarafından şöyle izah edilmektedir; “Bu kelimelerin hepsi (bey, beyefendi, efendi ve ağa) ayrı bir sınıf, ayrı bir zümre ifade eden kelimelerdi, yalnız bana öyle geliyor ki, bunun sakatlığı, bu sınıf ifade, bu kelimelerin birden fazla oluşunda idi. Efendi, efendinin yanında bey, beyin yanında ağa vardı. Bu şekilde ayrı ayrı kelimelerin kullanılışı sınıf fikrini uyandırıyordu”.
“Hoca” ve “Hacı” Unvanlarıyla İlgili Tartışmalar
Hatırlanacağı gibi lakaplarla ilgili kanun metnine Urfa milletvekili Refet’in teklifiyle “hacı, hoca, hafız‛ kelimeleri ilave edilmişti. Bu teklif tartışılırken Giresun milletvekili Hakkı Tarık Us buna itiraz etmişti. Us’a göre “hoca‛ Türkçe bir kelimedir. Talim ve tedris vasfını ifade eder. Aynı kanaati taşıyan İstanbul milletvekili Salah Cimcöz de “hocayı kaldırarak yerine muallim mi koyacağız‛ diyerek Us’u desteklemiştir. Tokat milletvekili Süreyya da ‚hoca” kelimesinin yasaklanmasına karşı çıkmış ancak Muş milletvekili Hasan Reşit’in “geriliğin son serpintisini de ortadan kaldırıyoruz‛ şeklinde tepkisi ve meclis çoğunluğunun “hoca‛ kelimesine karşı takınmış olduğu olumsuz tepki üzerine yapılan oylamada bu kelime yasaklanmıştır15. Mecliste “Hacı‛ kelimesinin yasaklanmasıyla ilgili teklif görüşülürken dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya “Bundan sonra delilerden başka kimse kendisini hacı diye tesmiye (adlandırma) etmez‛ diyerek ‚dahiyane‛ bir açıklama yapmıştır.
Konu dönemin basınına da yansımıştır. Basında okullarda “efendi, bey, hoca‛ gibi ifadelerin kaldırılmasıyla ilgili haberler yer almıştır. 3 Şubat 1934 tarihli gazetelerde İzmir Maarif Müdürlüğünün bir genelgesi yer almıştır. Gazetede yer alan genelgeyle ilgili haber aynen şöyledir; “Beyefendi, efendi, hanım” kelimeleri yasaklandığından çocukların yoklamalarda ‚efendim” yerine ne diyecekleri ve okutanlara (öğretmenlere) “müdür bey, muallim hanım” hitabında bulunmaları doğru olmadığına göre bu ifadelerin yerine hangi ifadeleri kullanmalarının uygun olacağının bildirilmesi sorulmuştur. Maarif Müdürlüğü tarafından okullara şu genelge gönderilmiştir;
“Dil işlerinde en önde yürümeleri icap eden okutanların, çocukların yoklamalarda ve okutanlarına hitapta hangi ifadeleri kullanmaları lazım geleceğini tespit etmeleri şüphesiz ki çok lüzumlu ve her halde yapılması zaruri olan bir vazifedir. Ancak bu işi yaparken gelecekteki değişme ihtimallerini de düşünmek ve göz önünde bulundurmak zarureti vardır. Bugün çocuğa vereceğimiz herhangi bir kelime yarın dil heyeti tarafından kabul edilmeyerek sözlüğe geçirilmediği takdirde çocuğa yeni kelimeler vermek zarureti ile karşı karşıya kalırız ki bu, doğru olmayan bir hareket olur. ‘Bey, efendi, hanım’ kelimeleri yasa ile kaldırılmış olduğuna göre artık bu kelimeleri ve bu kelimelere tabi olarak söylenen ‘efendim, muallim bey, muallim hanım’ gibi tabirleri de talebe hiçbir suretle kullanmamalıdır. Bunların yerine ikame edilecek kelimeleri istikbal kendi kendine tayin ve tespit edecektir. Çocuk yoklamada ‘buradayım, varım, geldim’ gibi sözleri ve benzerlerini kullanmak serbest bırakılmalı, okutana da ya adı ile ve yahut ‘bay ali, Bayan Fatma’ demeli veya daha ziyade samimi ve yakınlığı gösteren ‘okutanım’ diye hitap etmelidir. Bununla beraber okutanlara birinci derecede düşen vazife yasa ile kaldırılmış olan kelimelerin çocuklar tarafından kullanılmasını yasak etmek ve bu kelimelerin yerine geçecek kelimeleri çocukların güzel buluşmalarına bırakmaktır.”
SONUÇ
İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre toplum içinde yaşamak durumundadır. Birlikte yaşamanın vazgeçilmezlerinden birisi kişilere ait isim ve sıfatlardır. Kişilere ait olan isimler doğumla birlikte verilirken sıfat veya lakaplar daha sonra verilmektedir. Lakap kişinin, davranışı, tercihi veya öne çıkan özelliğiyle ilgilidir. Bu yönüyle sosyal hayatta isme nazaran daha yaygın kullanımı vardır. Çeşmelisebil’de yapılmış olan saha çalışmasında tespit edebildiğimiz kadarıyla lakaplar üç grupta teşekkül etmektedir. Bunlardan birisi uzun süreli ve geniş bir kullanım alanı bulan lakaplardır. Kara Tekeliler ve Sarı Keçililer gibi. İkincisi uzun süreli ancak birincisi kadar yaygınlık özellik göstermeyen lakaplardır. Hacı Gaffarlar ve Hacı Musalar gibi. Üçüncüsü kişiye mahsus lakaplardır. Bu tür lakaplar kişinin hayatıyla sınırlıdır. Kuyruksuz, sürtük ve kelâ gibi.
1934 yılında lakapların yasaklanmasıyla ilgili düzenleme toplum gerçeklerinden uzak ve pratiği olmayan bir düzenleme olmuştur. Nitekim bu düzenleme hem uzun ömürlü olmamış hem de marjinal bir çevre tarafından kısa süreli bir tatbikat alanı bulabilmiştir. Bu kanunî düzenlemenin toplum nazarında geçersiz olduğu Çeşmelisebil’de yapmış olduğumuz alan çalışmasında da görülmüştür. Mesela “Hacı Abdul Gaffarlar, Hasan Ali Ağa, Hacı Musalılar, Hacı Aliler ve Hacı Veliler gibi lakaplarda görüldüğü mezkur kanunda “yasaklanmış” olan “hacı” lakabı kullanılmaktadır.