XVI. YÜZYILDA SARAYİNİ KÖYÜ NÜN SOSYAL VE EKONOMİK YAPISI (3)
TARIM ALANLARI
Devlet arazisi olan topraklar çift ünitesi altında, tapu bedeli karşılığında köylülerin tasarrufuna bırakılmıştır. Devlet bir köylü ailesinin geçimini ve vergilerini ödeyebileceği, ortalama 80-90 dönüm arasında değişen, ideal toprak birimini çift diye tanımlamıştır. Buna göre, her köylü ailesinin bir çiftliğe sahip olması ilkesi benimsenmiştir. Ancak uygulamada bölünmemesi gereken çiftler bölünmüş, hatta bütün çiftlerden daha çok yarım çiftler ortaya çıkmıştır. Bu da yetmezmiş gibi yüzyılın sonlarına doğru hem tam çiftler hem de yarım çiftler tek kişinin tasarrufundan çıkıp babayla, kardeşle veya bir başkası ile ortaklaşa kullanıldığı gibi toprak, üzerinde kayıtlı olan kişiler tarafından değil de başkaları tarafından da tasarruf edilmeye başlanmıştır. Çalışmada bu gibi toprakların ortaklaşa kullanıldığı kabul edilmiştir. Bu husus toprak ünitelerinin müstakil ve ortaklaşa kullanımı şeklinde iki gruba ayrılmasını gündeme getirmiştir. Yüzyılın başında tam çiftler 17-18 arasında seyrederken, 1584 te 10 a inmiş, onlar da bir başka kişiyle ortak ekilmiştir. Nimçiftler ise 65-81 arasında değişkenlik göstermiştir. 1584 te tam çiftlerin bölünmesi sonucu yarım çiftlerin sayısı artmıştır. Yarım çiftlerin 14 ü müstakil, 67 si ortak kullanılır hale gelmiştir. Bu husus nüfusun toprak üzerindeki baskısı ile izah edilmelidir. Zira tarım alanları nüfus artışının gerisinde kaldığında, toprağın bölünmesi veya ortak kullanımı gibi gelişmeler doğal karşılanmalıdır. Ayrıca bu dönemde 6 adet nim çift ölçeğinde yeni tarım alanı da açılmış, böylelikle yarım çiftlerin sayısı 87 ye çıkmıştır. Çift ve nimçiftlerin sayısını belirledikten sonra yüzyıl boyunca tapu rejimi çerçevesinde ekilebilen asgari tarım alanlarını tespit edebilmek mümkündür. Tam çiftler 80 dönüm, yarım çiftler 40 dönüm üzerinden hesaplandığında, 4040 ile 4440 dönüm arasında değişen toprak biriminin tarım alanı olarak kullanılmış olduğu söylenebilir. En fazla tarım toprağının 1500 tahririnde varlığı dikkat çekmektedir. Ekilebilen toprakları tahmini bireysel nüfusa böldüğümüzde kişi başına düşen toprak miktarını bulabiliriz. Bu bağlamda, yüzyılın başında kişi başına 8,26 dönüm toprak düşerken, sonlarına doğru 5,79 dönüme gerilemiştir. İncelenen dönemde köy sakinlerinin nüfusu % 37,4 oranında artarken, yeni tarım alanları açılmak yerine daha da gerilemiş, bu da kişi başına düşen toprak miktarının azalmasını beraberinde getirmiştir.
MÜLK SATIŞLARI
Sarayini köyü etrafının sulak ve buna bağlı olarak da bağlık arazilerle çevrili olduğu, hatta Karşubağ denilen bir mevkiin varlığı anlaşılmaktadır. Çevredeki 80 puşta büyüklüğündeki bir bağın mirasçılara intikalinde parçalandığı görülmektedir. Bu gibi bağlar yeni sahipleri tarafından işletilebildiği gibi, genellikle sınır komşusu olan kişilere de satılabilmektedir. Nitekim 1582 de kocasının ölümü ile kendisine mirastan 10 puşta bağ düşen Fatma Hatun bu bağı oğullarına bağışlamak veya satmak yerine, kuzey ve batıdan bağa sınır komşu olan Abdi Dede ye 500 akçe bedelle satmıştır. Bağları besleyen en önemli kaynaklar şüphesiz dere ve ırmaklardır. Bu gibi sular üzerine zaman zaman mütegallibe veya zorba tarzı kişilerin duvar veya set yaparak suyolunun akışını kendi bağlarına doğru değiştirdikleri söylenebilir. Nitekim Sarayini köyünde de buna benzer vakaların meydana geldiği mahkemeye intikal eden davalardan anlaşılmaktadır. Osmanlı devletinde hububat tarımı yapılan arazilerin neredeyse tamamı devlet elinde olduğundan, bu topraklar üzerinde özel mülkiyet görülmez. Devleti temsil eden sipahi tarafından tapu bedeli karşılığında kullanım hakkı köylüye devredilir, mülkiyet hakları yine devlette kalırdı. Bundan dolayı tarım toprakları köylü arasında el değiştirirken‚ferağ‛ hakkı satılırdı. Satış işlemi sipahinin izni ile yapıldığından o da bir miktar harç alırdı. Kırsal kesimde buna benzer işlemlere oldukça sık rastlanılmaktadır. Nitekim 1582 yılında 2 dönüm tarlanın tasarruf hakkı 275 akçeden alıcı bulabilmiştir. Ancak buradaki rakam tapu bedeli değil, köylünün elindeki topraktan ferağıdır. Ayrıca sipahi de bu işlemden bir miktar ücret aldığı bilinmekle birlikte, bunun ne kadarlık bir meblağa tekabül ettiği belli değildir. Aslında bu rakam 2 dönümlük bir arazi için oldukça yüksek bir rakamdır. Oysa 1539 tarihinde Konya da 70 dönümlük bir arazi için 900 akçe tapu resmi ödendiği anlaşılmaktadır. Yüzyılın sonlarına doğru orta verimlilikteki çiftliklerin tapu bedellerinin 4500-8000 akçeye çıktığı, hatta XVII. yüzyılın başlarında İstanbul da 20.000-30.000 akçeye kadar yükseldiği belirtilmektedir. Buradan hareketle Sarayini çevresinde 80 dönümlük orta verimli bir çiftliğin tapu bedeli 11.000 akçeye çıkmaktadır ki bu da kırsal kesimdeki maliyetlerin yükseldiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu rakamın biraz üstünde, topraktan çok daha fazla gelir getiren, değirmenlerin mülkiyeti alınıp satılabilmektedir. Nitekim Sarayini sakinlerinden Hacı Beşir bin Mehmed değeri 16.900 akçe olan, Kafirdeğirmeni köyünden çıkan su üzerine yapılmış, Bed âlet Değirmeni nin 13 hissesinden 4 hissesini 5200 akçeye satın almıştır.
VAKIFLAR
Sarayini köyünün öşür gelirleri 1408 yılında Turgutoğlu Pir Hüseyin Bey tarafından burada yaptırılan ve daha sonra Sarayini Camii olarak adlandırılan vakfa bağlanmak yerine, 1464 te Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından Konya da yaptırılan imaretin vakfına tahsis edilmiştir. Vakfın başlıca gelir kalemlerini Saraç köyü, Celal ve Tuvak mezraaları ve bezirhane gelirleri ile bir miktar nakit paradan oluşturmaktadır. Tahrirlere göre vakfın gelirleri 1476 da 3675 akçe, 1483 de 940 akçe, 1500 de 3310 akçe, 1530 da 3205 akçe ve 1584 te ise 5114 akçedir44. 1584 te vakıf gelirlerinden hatibe günlük 2 akçe tahsis edildikten sonra, imama 3 sehim, mütevelliye 2 sehim, müezzine de 3 sehim ayrılmıştır. Tahrir ve vakıf defterlerinde Sarayini Camisi diye anılan vakıf 3 numaralı Konya şer iye sicilinde Cami ve Çeşme vakfı olarak geçmektedir. Günümüzde de hala dimdik ayakta duran çeşme sonradan caminin önüne yaptırılmış olmasından mülhem cami ile birlikte anılır olmuştur. Çeşmenin kitabesinde «Şehzâde … Hazret-i Ahmed Paşa … fî sebil Allah Kıldı … bunda … Cemil Ağa 1093» ifadesinden hareketle M.1682 yılına tarihlendirilmiştir. Hâlbuki 1582 tarihli Halil Usta bin Hüsrev adlı kişinin vakfiyesinden söz konusu çeşmenin bu şahsın babası olan Hüsrev in yaptırdığı zikredilmektedir. Ancak bu belgede çeşmenin inşa tarihi yer almamakla birlikte en azından 1582 den önce yaptırıldığı söylenebilir. XVI. yüzyılın sonlarına doğru cami ve çeşme vakfı gelirlerinin ortalama % 15 faizle işletildiği anlaşılmaktadır. Sadece 1582 yılında köy ahalisinden 5 ayrı kişiye farklı miktarlarda vakıftan borç verilmiştir. Bu husus bir yandan kredili işlemlerin sadece şehirlerde değil köylerde de geniş bir şekilde kullanıldığını, diğer yandan da ticaretten ziyade tüketim odaklı ihtiyaçların karşılanmasına harcandığını göstermektedir. 1584 tarihli vakıf defterinde vakıf geliri 5114 akçe olarak yazılmışken, 1582 yılında sadece mütevelli Abdurrahman bin Piri Fakih in vakıf gelirinden 13.400 akçe aldığının bildirilmesi, gerçekte vakıf gelirinin çok daha yüksek meblağlara ulaştığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu dönemde vakfın mütevellisi Abdurrahman, nazırı da Hasan Usta dır.
SONUÇ
Saidili nahiyesi bünyesi genelinde nüfus, üretim ve vergi gelirleri bakımından en üst sıralarda yer alan Sarayini köyü, bu özelliğini XVI. Yüzyıl boyunca devam ettirebilmiştir. Nüfus artışına bağlı olarak tarım alanlarının genişlememesi toprak üzerindeki nüfus baskısını doğurmuştur. Süreç topraksız ve bekâr erkeklerin sayısının yükselmesiyle kendisini göstermiştir. Üretim esas olarak arpa ve buğdaya dayanmakla birlikte su kaynaklarının varlığıyla ilişkili bağ, bostan ve meyvecilik faaliyetleri de yürütülmüştür. Sanayi öncesi dönemin küçük sanayi tesisleri diye adlandırılan bezirhane ve tahunhane cenderelerinin varlığı Sarayini ni diğer köylerden farklılaştırmıştır. Vergi gelirleri timar ve vakıf olmak üzere iki ayrı hisseye ayrılmış, her dönemde en fazla gelir vakfa gitmiştir. Köyün öşür gelirleri Turgutoğlu Pir Hüseyin Bey in 1408 yılında burada yaptırdığı camiye değil de Karamanoğlu İbrahim Bey in 1464 yılında inşa ettirdiği imaretine tahsis edilmiştir. Buradaki cami kaynaklarda köyün adıyla anılmış, vakfa ait gelirleri ortalama % 15 faizle köy sakinlerine kredi olarak verilmiştir. Bu husus kredili – faiz – işlemlerin kentlerde olduğu gibi köylerde de gerek yatırım gerekse tüketim odaklı ihtiyaçların karşılanması bağlamında geniş bir uygulama zemini bulduğunu göstermektedir.