Laodicea Combusta ve Başpiskopos Marcus Julıus Eugenıus-2
İkinci Yüzyıl Azizlerinden Irenaeus Eski Ahit’in Yeşaya 2:4 atıfta bulunarak insanların kılıçlarını döverek sabana, mızraklarını bağcı bıçağına çevirme kehanetine vurgu yaparak Hıristiyanlığın barışçıl yönünün altını çizer. İskenderiyeli Clement de İsa’nın barışın askeri olduğu ve O’nun sözü ve kanı ile bir araya gelen ordunun artık kan dökmeyeceğini belirtir. Yeni Ahit’in oluştuğu süreçten M.S. 170’li yıllara kadar Hıristiyanların ordu ile bağlantısını açıklayan kesin bir kanıt yoktur. İlk Dönem Hıristiyanları kısmen bazı askeri birliklerde yer alsalar bile asker olarak hizmet vermekten kaçınmışlardır. Bu dönemde toplumdan, politikadan ve özellikle de savaştan uzak kalma durumu vardır.
İlk Dönemin pasif Hıristiyanları, Constantin’i Kilise’nin aklını yasak meyve (politik güç ve askeri silahlanma) ile çelen yılana benzetirler. Roma ordusundaki putperest tavırların Hıristiyanları ordudan alıkoyan nedenler arasında gösterenler de vardır. Askerlik hizmetinden uzak durma, direk itiraz edip katılmamaktan ziyade kanıksanmış, yapılmaması gereken bir tavır olarak ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlık karşıtı olan 2.yy. felsefecisi Yunanlı Celsus herkesin Hıristiyanlar gibi ordudan el etek çektiği takdirde İmparatorun yalnızlaşacağını, devletin kanunsuz ve vahşi barbarlara teslim olacağını söyler.
Diğer taraftan M.S. 173’te Marcus Aurelius’un emri altında‚Gürleyen Lejyon (Thundering Legion)‛ adlı birlikte Hıristiyanların varlığı kabul eden de Celsus’tur. İskenderiyeli Clement ve Cyprian gibi Hıristiyan azizler Hıristiyanların askeriyede hizmet ettiklerini yazmışlardır. Bu tarihten itibaren Hıristiyanların askeri birliklerde görev aldıklarına dair kanıtlar daha fazladır. İlk yıllarda pek fazla kayda önem verilmediği için Hıristiyan askerler ile ilgili yazıtların sayısı oldukça azdır. Çoğu Latince olan 176 civarındaki yazıttan yaklaşık 8-10 tanesi Hıristiyanların zulüm gördükleri 2-ve 3. yüzyıla aittir.
Tertullian M.S. 197’de yazdığı Apology adlı eserinde Hıristiyanlar hakkında yapılan sarayda, senatoda, forumda ve orduda görev almıyorlar suçlamalarını reddeder. Üçüncü yüzyılın sonlarına doğru ve M.S. 303-304’teki büyük zulümden önce ordudaki Hıristiyan askerlerin sayısında artma meydana gelmiştir. Bu dönemde Decius, Galerius ve Diocletianus yayınladıklarrı fermanlarla Hıristiyanları Roma tanrılarına tapmaya zorlamışlar, uymayanlara ise işkence yapılmış, inancı uğruna pek çok asker hayatını kaybetmiştir. Karşılık vermemişler, direnç göstermemişler, öldürmek yerine öldürülmeyi tercih etmişlerdir.
Hıristiyanların askerliğe karşı uzak durmalarının bir diğer nedeni de Roma’yı zulmeden bir imparatorluk olarak görmeleridir. Tertullian tarafından ifade edildiği üzere Roma dinle büyümemiş, dine zulmeden savaşlar ile büyümüştür. Kilise tarihçileri, İmparator Decius’un 249 yılında başlattığı baskılarla Roma İmparatorluğu ile Hıristiyan vatandaşları arasında yeni bir dönemin başladığını yazarlar. Domitian and Marcus Aurelius’ın bireysel birkaç çabası haricinde önceki 200 yıllık süreçte yapılan baskın ve zulümler halk tarafından aralıklarla yapılan gelişigüzel kışkırtmalar olarak nitelendirilir.
İmparator Traianus (53-117), Pontus-Bithynia eyaleti Valisi Genç Pinius’a Hıristiyanların soruşturma yapılacak kişiler olmadıklarını bildirir. Bu dönemde Romalı devlet yetkililerinin Hıristiyanları korumak için ellerinden geldiklerini yaptıkları bir süreçtir. Fakat 3. yüzyılın ortalarıyla birlikte Decius, Probus, ve Diocletian baskın ve zulümleri başlatan aktif kışkırtıcılar olarak bahsedilir.
Bu zorba İmparatorların bir taraftan Hıristiyanlığın kökünü kazımak isterken diğer taraftan çökmekte olan pagan inançlarına yeniden hayat kazandırmak peşindedirler. Hatta İmparator Maximinus II (270-313), Hıristiyan hiyerarşisine benzer şekilde pagan rahiplik ihdas eder.
Küçük Asya Roma ‘nın eyaleti olduktan sonra İmparatorlar tanrıların temsilcileri olarak görülmüş ve koloniler sizin çiftçileriniz olarak emrinize amadeyiz şeklinde itaatkârlıklarını bildirmişlerdir. Diocletian M.S. 303’te uyguladığı baskı ve şiddette ilk amaç, orduda görev yapan Hıristiyanları ordudan ihraç etmekti. Hıristiyanlar iki seçenek arasında kalmışlardı: ‚Ya pagan tanrılara tapmak ya da ordudan ayrılmak.” Diocletian gibi Licinius’ta Hıristiyanları ordudan atmak ister.
Maximinus’un 307 ve 313 yılları arasında yayınladığı emirde ise pagan tanrılara tapmaya zorlama olmakla birlikte Hıristiyanların ordudan ayrılmalarına izin verilmez. Doğu Orduları’nın çoğunluğu Hıristiyan askerlerden oluştuğu için Hıristiyanların ordudan ayrılması ordunun zayıf düşmesine neden olacaktır. Çünkü askerlerin çoğu dini tercihlerinden yana taraf almış ve ordudan ayrılmıştır.
Licinius’un Hıristiyanları ordudan atma sebebi hasmı olan Constantine’nin Hıristiyanlarla olan yakın ilgisi ve Hıristiyan askerlere bu yüzden güven duymamasıdır.
Laodicea Combusta’ta M.S. 315-340 lı yıllarda başpiskoposluk yapan Julius Eugenius’un mezar yazıtı 1908’de bulunmuştur. Eugenius, Hıristiyanlara yönelik zulümlerde pek çok işkenceye maruz kaldığını fakat inancından dönmediğini ifade eder. Bu dönemde Hıristiyanlara karşı baskı ve uygulamaları yapan İmparatorlardan birisi de Maximinus Daia (310-313)’dır. Diocletianus ve Maximianus tahttan feragat etmelerinden sonra onların yerini Galerius ve Constantius Chlorus almış ve Galerius Maximinus Daia’yı caesar olarak atamışlardır. M.S. 311’de Doğu’nun Augustus’u Galerius ölümü üzerine Maximinus Daia olmuştur. M.S. 311- 313 yıları arasında Küçük Asya ve Yakın Doğunun tek yöneticisi olan M.S. 312 yılının baharında Nicomedia’dan Sardis, Carian Stratonicaea, Lycia olmak üzere Batı Anadolu’dan Hıristiyanlara yönelik bir süpürme hareketi başlatmış ve Antakya’ya kadar ulaşmıştır. Buradaki amacı varlığı ile pagan merkezleri yeniden canlandırmaktır. Doğu’daki şehirleri Hıristiyanlığa karşı düşmanlıklarını ilan ettiklerini İmparatora bildirip ve karşılığında beklentilerini dile getirmişlerdir. Bu dönemde Anadolu’da baskı ve şiddete maruz kalan Hıristiyanlar hakkında tam bir bilgi sunmak zordur.
Antakyalı Aziz Lucian (240-312) şehit edilmesi ve Laodicea Catacecaumene’de piskopos Eugenius’un çektiği çileler verilebilecek birkaç örnektir. Hıristiyan nüfus karşılaştığı baskı ve şiddet dönemimde yaşamını sürdürmeye devam etmiş, köyler onlar için birer sığınak olmuştur. Baskı ve şiddet sonucu şehit edilen azizler ise Hıristiyanların ilerleyen yıllarda kullanacağı birer enstrüman olmuş, azim ve fazilet unsuru örnek şahıslar olarak sonraki nesillere aktarılmıştır. Şehit edilen yerel azizler pagan tanrıların yerini almış, pagan festivallerin yerini Hıristiyanların oluşturduğu yeni festivaller almıştır.
Maximinius II ordudan ayrılmanın söz konusu olmadan herkesin Romalı tanrılara adakta bulunması gerektiğine dair emrinden sonra Eugenius, bir yolunu bulup ordudan ayrılır. Maximinius II’in bu emri verdiği yıllarda Pisidia’nı valisi Valerius Diogenes’tir. Laodicea’ya da 25 yıl başpiskoposluk yapan Eugenius, kendi adına 340 yılında bir lahit yaptırmıştır. Bu tarihten sonra ne kadar süre yaşadığı bilinmemektedir. Yazıtta geçen bir ifade oldukça önemlidir. Başpiskoposluğu esnasında önceden temelleri olan kiliseyi yeniden inşa etmiştir.
Bu ifade Laodicea’da yaşayan Hıristiyanların görmüş olduğu baskıyı anlatması açısında oldukça önemlidir. Tanrı nezdinde yapılan mücadeleden zaferle ayrılan yüce bir kişi olarak tanımlanmıştır. Bu ifade o dönemde genelde şehitler için kullanılan bir ifadedir. Eugenius’tan önce temelleri atılan bir kilise olduğuna göre burada görev yapan bir kilise görevlisininde olma ihtimali yüksektir. Bu sorunun cevabını Ramsey ve Calder ikinci bir yazıtta bulurlar. Eugenius’tan önce Severus adında bir kişi Laodicea’da piskoposluk yapmıştır. Ladik’te Eugeniusla birlikte imparatorluktan gelen mektuba meydan okuyarak dininden dönmeyen Gennadius ve piskopos Severus’un mezarları muhtemelen M.S.345’ten önce inşa edilmiş ve önceden şapel olarak kullanılan mekanlardır.
M. Julius Eugenius Erken Dönem Hıristiyanlık tarihinin Anadolu kökenli önemli şahsiyetlerinden birisidir. Laodicea konseyinde görevli Cyrillus Celer’in oğlu olup, Romalı senatörlerden Gaius Nestorianus’un kızı Flavia Julia Flaviana ile evlidir. Aileden gelen bu ayrıcalığı ile İmparatorluğun hizmetinde çalışmaya başlamış ve ordudaki görevi ile devam etmiştir. Pisidia Eyaletine bağlı askeri birliklerde görev almıştır ve bundan dolayı da Yalvaç (Pisidian Antioch)’ta görev almıştır. Mezar taşına kısa hayat hikayesini yazan Eugenius ilk başta kendisinin evlenmekle şereflendiği hanımından bahsetmekle birlikte eşinin nerede defnedildiğinden bahsetmez. Ki muhtemelen eşi memleketi Pisidian Antioch’ta vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. Yüksek sınıf ailelerin o dönemde erkek çocuklarını askere gönderme geleneğine bağlı olarak Eugenius’un askeriyede görev alması ve Roma Senatosu’ndan birisinin kızı ile evlenmesi alması Eugenius’un yüksek sınıf bir aile mensubu olduğunu teyit eder.
Ramsay, Eugenius’a yapılan baskıların muhtemelen M.S. 310’ da yapıldığını ve baskıların hafiflediğinden dolayı da Eugenius’un rahatlıkla ordudan ayrıldığını yazar. Pisidian Antioch’ta görev yapan Eugnius ordudan ayrıldıktan sonra memleketi Laodicea Combusta’ya döner ve kısa bir süre sonra piskoposluğa M.S. 315’te başlar. Eugenius’a ait bir Hıristiyan yazıtı, o dönemde yaşanan gelişmeleri üç noktada özetler: Birincisi, artık Hıristiyanlık alt sınıf insanların dini olmaktan çıkıp, üst sınıf insanlara da hitap eden bir din olmuştur, Eugenius örneğinde olduğu gibi. İkincisi, II.yüzyılda karşı çıkılan, Hıristiyanların askere alınma işi artık kabul görmeye başlamıştır. Üçüncüsü, Hıristiyanlar artık portikosu, süslemesi vb. detaylarıyla kilise inşa etmeye başlamışlar ve varlıklarının bir göstergesi olarak kiliseler tarihe IV. Yüzyıldan itibaren ışık tutmaya başlamıştır. Son olarak mezar yazıtında bahsedilen iki piskoposun hayatı gelecek yıllarda bu dinin temsilcilerine örnek olarak gösterilecektir. Burada inşa edilen kilise portiko, tetrastoon, propylon (anıt kapı), su deposu, resim ve mozaikleri ile öncü bir kilisedir. Maximinus’un ölümü ile birlikte kiliselerin yeniden onarımı başlar.
Hıristiyanlık artık daha yaygın hale gelmeye başlamış, kamu hizmeti veren kurum statüsünde görülmeye başlandığı için para ile buluşmuş ve eskisinden da güzel kiliseler inşa edilmeye başlanmıştır. 25 yıllık biskoposluğu esnasında kendini işine o derece vermiştir ki kendisine göre daha uzaklarda olan Isauria Vasada piskoposları M.S. 325’te Nicaea’da düzenlenen konseye katılırken Eugenius bu konseye katılamamıştır. İlerleyen yıllarda ise Eugenius bir Phryg geleneği olan ölmeden önce mezar taşını ve mezar yerini ayarlama işine girişmiştir. Calder ve Ramsay, lahitin Severus ve Eugenius hayatta iken kendileri tarafından yapıldığını ifade ederler. Lahit üzerindeki yazıtlar farklılık arzetse bile aynı dönemde benzer kişi tarafından kaleme alındığı ifade edilir. Lahit ise pelta adı verilen bir ahşap ya da taştan oluşan çit ile kuşatılır. Pelta terimi Lykaonia Phrygia ve Pisida bölgesinde bulunan mezar yazıtlarında sıkça rastlanılan bir kelimedir.
Kuran’-ı Kerim’de Kehf suresinde ve Hıristiyan kaynaklarında da farklı şekillerde bahsedilen Roma İmparatorluğu Trajan Decius’a emrine uymayan ve pagan tanrılara kurban kesmeyi reddeden gençler ile Laodicea Combustalı Marcus Julius Eugenius ordudan ayrılmasına neden olan nokta benzerdir: Romanın pagan tanrılarına tapmamak ve adakta bulunmamak. Sayıları farklı olarak ifade edilen gençler ve M. J. Eugenius Roma İmparatorları’na karşı gelerek putlara tapmamışlar ve onlara adakta bulunmamışlardır. M. J. Eugenius’a yapılan baskılar sonucu ordudan ayrılması M.S. 310’lara tarihlenirken, Ashab-ı Kehf’in Decius’un emrine uymamaları ise yaklaşık olarak M.S. 249-251’e tarihlenmektedir. Aralarında yaklaşık 50-60 yıl gibi kısa bir süre vardır ki bu dönem Hıristiyanlara karşı baskının yoğun olduğu dönemlerdir.
Semitik bir zeminde Kudüs ekseninde ortaya çıkan Hıristiyanlık, dini gelişimini, yaşanan çekişmeler sonucu, Kudüs’ten ziyade Antakya merkezli bir hareket olarak başlayıp, Tarsuslu Aziz Paul ve arkadaşlarının yoğun misyonerlik faaliyetleri sonucu Anadolu üzerinden Batı’ya yayılmış ve Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olmuştur. Hıristiyanlık dininin bu coğrafyada gelişmesine paralel olarak pek çok tarihi ve kültürel olay bu topraklar üzerinde gerçekleşmiştir. Laodicea Combustalı Marcus J. Eugenius’ta pek çok Hıristiyan tarihi figür gibi bu coğrafyanın tarihinde önemli bir rol almış, baskı ve zulümlere göğüs gererek Hıristiyanlığın gelişmesinde katkıda bulunmuştur. Hıristiyanlığa ait bu figürler değerlendirilirken dinler tarihi perspektifinden bakılıp, tarihi bir zenginlik olarak değerlendirilmeli ve ötelenmemelidir. İslamiyet’in henüz ortaya çıkmadığı zaman diliminde pagan tanrılara tapmayan bu şahsiyetlerin bir örneğinin de Kuran-ı Kerim’de anlatıldığı göz önüne alındığı takdirde olaylara bakış açımız daha bir derinlik kazanmış olacaktır.