Kirpilerin ısınmak için kullandıkları yöntem çok ilginç. Kirpiler havalar soğuduğunda ısınabilmek için birbirlerine sokuluyorlar.
Oklar, birbirlerinin vücuduna değmeye başlayınca bu mesafeyi koruyorlar. Yani daha fazla yaklaşmıyorlar. Acıyı hissettikleri an duruyorlar. Isınırken kendilerine ait özel alanı korumuş oluyorlar.
İki insanın ilişkisinde de bu mesafe korunmadığı zaman, ya canımız acır ya da rahatsız oluruz. Birisini sevdiğimiz zaman, onun her şeyi ile bize ait olmasını, bize en yakın mesafede durmasını isteriz.
Bazen öylesine yaklaşırız ki, sevgimizle onu boğarız. Uzaklık kadar fazla yaklaşılmış bir yakınlıkta acıtır insanı. Sevginin esmeye yer bulamadığı alanda, sadece nefes alamamakla kalınmaz, hayal bile kurulamaz. Bu bazen eşimiz, bazen çocuğumuz, bazen de yakın bir arkadaşımızdır.
Onun bizim dışımızda yaşayacağı deneyimleri kısıtlarız ve kıskanırız. Biz olalım derken iç içe girmiş tek bir ben oluveririz. Toplumsal ilişki mantığımızda iç içe, dip dibe olmak sağlıklı bir birlikteliğin esası olarak görülür.
Piknik alanlarında bile uzak duran yadırganır. Kendini beğenmekle suçlanır. Kendine alan bırakabilen, hayır demeyi başarabilen insanlar kabul görmez. Bir kirpi oku mesafesinde, ama yıllarca yıpratmadan, tüketmeden taptaze bir sevgiyi yaşamak emek ister. Bu duyguyu en güzel şekliyle, Halil CİBRAN'ın şiirlerinde bulabiliriz.
"Siz beraber doğdunuz ve hep öyle kalacaksınız.
Ölümün beyaz kanatları sizin günlerinizi dağıttığında da beraber olacaksınız.
Fakat, birlikteliğinizde belli boşluklar bırakın.
Ve izin verin cennetlerin rüzgârları aranızda dans edebilsin.
Birbirinizi sevin ama, sevgi bir bağ olmasın.
Daha ziyade ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun.
Ve yan yana ayakta durun ama çok yakın değil.
Çünkü bir mabetin ayakları arasında mesafe olmalıdır.
Ve meşe ağacı ile selvi ağacı birbirinin gölgesi altında büyüyemez."
Hayatta bazı şeyler o kadar narindir ki, gereken özeni vermezsek söner ve yok olur. Sürekli onu beslememiz gerekir. Eğer ona zaman vermezsek, nefes alamaz boğulur gider.
Avucumuzdaki küçük bir serçe gibi, çok sıkarsak ölür, gevşek bırakırsak uçar gider. Sevgi de aynen böyledir, ölçüsünü iyi ayarlamalı.
Güneş ve rüzgâr kimin daha güçlü olduğunu tartışıyorlarmış. Rüzgâr, ben daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım.
-Şu karşıdaki paltolu yaşlı adamı görüyor musun?
Paltosunu senden daha hızlı çıkaracağıma bahse girerim demiş. Güneş, bir bulutun arkasına çekilmiş, rüzgâr bir kasırga şiddetinde esmeye başlamış. O kuvvetle estikçe yaşlı adam paltosuna daha sıkı sarılıyormuş.
Sonunda rüzgâr pes edip durmuş. Güneş, bulutların arkasından çıkıp yaşlı adama nazikçe gülümsemiş. Çok geçmeden adam alnındaki teri silip paltosunu çıkarmış.
Güneş, rüzgâra nazik ve dostça davranışın şiddet ve güç gösterisinden her zaman daha etkili olduğunu söylemiş.
Düşünmek ama, mantıklıca. Kızmak ama, keyifle. Şakalaşmak, ama kırmadan.
Gülmek, kahkahayla dolu dolu.
Paylaşmak ama, büyük haz duyarak.
Taa!... içimizden hissederek hiç esirgemeden anlayışlı olmak.
Dostluğun en güzeli dönüp geriye baktığımızda mesafeyi kirpiler gibi koruyarak ayarlamak...
SAYGILARIMLA...