Dolandırıcılar artık herkesin canını yakmaya başladı.
Uyarılar da fayda etmez oldu.
Önceleri tek tük şikayetler gelir haber yapardık. Şimdi ise “Yandım” diye gelenlerin sayısı hayli fazlalaştı.
Ateş düştüğü yeri yakar denir ya! İnsanların canını gerçekten yakıyorlar.
Bir esnaf bir de sanayide çalışan işçi kardeşim anlattı.
Yetkili edasında bankadan arıyoruz “Kart limitini artırmak istiyor musunuz” diyerek başladıkları konuşmayı ‘Olur’ alınca yarın sizi arayacaklar deyip kapatıp bir gün sonra değişik bir kişinin görevli gibi banka kartları hakkında bilgi almasıyla başlıyormuş dolandırıcılık.
Bütün bilgileri aldıktan sonra da kartlardan kredi dahil, yüksek miktarlı meblağların çekilmesiyle iletişim kapanıyormuş.
Sonucunda bizim insanımız ödeyemeyecekleri borç yükü altında eziliyor ve hatta yuvaları dağılıyor.
Perişan oluyorlar.
Uygun fiyata elektronik ürün satma, para göndereyim sen muhtaçlara dağıtırsın, teröre bulaştınız hikayeli dolandırıcılık yöntemleri yine devam ediyormuş.
Bunlar bu cesareti nasıl buluyor anlamadım gitti.
‘Sadaka taşı’ medeniyetinin evlatlarının düştüğü duruma bir bakın.
Neredennnnn nereye.
Biz tarihe insanlık dersi, medeniyet dersi vermiş, sadece vermekle kalmamış yaşamış ve yaşatmış bir milletin evlatlarıyız.
Bizdeki insana sevgi, saygı hiçbir millette yoktur.
Bunu savaş halindeki düşman kuvvetlerinden alınan esirlerde ve yaralılarda dahi görürsünüz.
Hele ilk görev yeri olarak küçük bir köye giden rahmetli hemşehrimiz Prof.Dr. Saffet Solak’ın misafir olduğu evde gece geç saatlere kadar beklenilmesi ile ilgili hatırası ise bugün yaşadığımız insanlığımız adına hepinize ağır bir ders olmalıdır.
Rahmet dilediğimiz Saffet hocamızın hatırasını yeniden bir daha paylaşayım.
Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim.
Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum.
Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.
Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti.
Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.
Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu.
Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.
Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu.
Evin büyüğü olan Hacı anneye sıkılarak: "Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim.
Hacı anne:
"Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.
Merak ettim, tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"
Hacı anne: "Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok.
Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir.
Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, "ışığı yanan bir ev" bulsun diye bekliyoruz."
Bu güzel insanlar bizim insanlarımızdı.
Peki bu dolandırıcılar, insafsızlar, aç gözlüler nereden geldiler.
Niye bizim ülkemizde bu kadar çoğaldılar.
Güzel yurdumun güzel insanlarının canını acıtanların, canı acısın artık.