Yaşlı bir usta çırağının her şeyden şikayet etmesinden bıkmış. Bir gün çırağını tuz almaya göndermiş.
Çırak döndüğünde usta, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söylemiş. Çırak ustasının dediğini yapmış içer içmez tükürmeye başlamış.
Tadı nasıl diye soran ustasına öfkeyle acı demiş. Usta çırağının kolundan tutup az ilerideki gölün kıyısına götürmüş. Bu kez bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söylemiş.
Çırak, söyleneni yapınca, usta tadı nasıl?
Çırak ferahlatıcı demiş. Usta ve çırak gölün kenarına otururlar.
USTA Yaşamdaki acılar tuz gibidir. Ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Acının acılığı neyin içine konulduğuna bağlı. Acı olduğunda yapman gereken duyguları genişletmek. Bardak olmayı bırakıp, göl olmaya çalışmak.
Hayat, hiçbir zaman ve hiçbir kimse için düz bir yol olmamıştır. Tümsekler vardır. Her yaş dilimi kendine ve yaşadıklarına başka bir pencereden bakmayı öğretir. Tam anladık çözdük derken yeni bir soru tarzıyla karşılaşırız.
Hayatımıza belli zamanlarda giren herşey ve herkes, büyümemiz, anlamamız, özgürleşmemiz için birer görevlidir sanki. Görevlerini yapar ve giderler. Yaşanılanlar hep diğerlerinin alt yapısını oluşturur.
Bunu niye yaşadım diye sorarız kendimize, neler olduğunu da anlayamayız. Bize kalan nasıl karşıladığımız, nasıl uğurladığımızdır. Aşırı sahiplenmek, tutkuyla bağlanmak hayatımızı zorlaştırır.
Sürekli şikayet etmek, sızlanmak zaman kaybettirir. Bardak olup daracık bir alanda boğulmak hayatı sadece oradaki acıdan ibaret saymak, insanın yüreğini tüketir. Yaşadığımız acıyla ilgili bakış açımızı genişletsek, hem daha az canımız yanar hem de oradan çıkmak kolay olur.
İlk düşüşte çıkmak yıllarımızı alır. Sonrakilerde ya bilerek düşeriz, ya da yanından geçip gideriz. En azından diplerden çıkmak yıllarımızı almaz daha kısa sürer. Hissettiğimiz duygu, çoğu zaman olayın kendi gerçekliğinden daha yoğun yaşanır. İçimize farklı anlamlar yükleyince her gelen hayatın sonu gibi gelir.
Öylesine yanar ki içimiz, hep orada o acıyla kalacağımızı, bundan kurtulmayacağımızı zannederiz. Her gelenin iyi niyetle verildiğini unutup, korunma psikolojisiyle sürekli savunma, şikayetle karşılarız.
Sızlandıkça büyür kocaman olur. Kendi elimizle büyüttüğümüz kendi yüreğimize öyle ağır gelir ki, nefes bile alamaz oluruz. Zihnimize otomatik olumsuz cümlelerin yerine, olumlularını koyduğumuzda olayların seyri değişir.
Yüreğimiz sakinleşir, huzur buluruz. Çoğu zaman olaylar değildir canımızı acıtan, nasıl algıladığımız ve yorumladığımızdır. İçimizdeki sıkıntıyı bardağa değil de, göle bıraksak, yüreğimiz hafifler, yükten kurtuluruz. Böylece yaşamak için daha çok enerji kalır kendimize. Elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız.
Duygularının farkına varan, onları inkar etmeyen, yüzyüze gelmekten korkmayan insan, onları kontrol etmeyi, doğru anlatmayı da öğrenir. Yıllar sonra geriye bakınca nice söylenmemiş duygunun, nice acının yasını daha kolay yaşarız.
Kendimizi rahatlatmanın yollarını öğreniriz. Bilmeden ya da bilerek yaptığımız tüm yanlışlarımız için, söylediğimiz tüm kötü sözler için üzgün olduğumuzu anlatabilsek. Çok zor da olsa yapabilsek bizi çok rahatlatır.
Hayatı keşfeden, onu hayretle seyreden, aslında onda üretecek birşeyler bulabilendir. Yaparken mutlu olan, mutlu olduğunu da yapmaya devam eder...
SAYGILARIMLA...