İlk konuşmacı olan Elif Kalaycı Tarık Buğra eserlerinde değişen ekonomik durumdan bahsetti.
Kalaycı “Tarık Buğra, 2 Eylül 1918’de Akşehir’de dünyaya gelmiştir. Doğduğu yıllar, Türkiye’nin zor günlerinden geçtiği, I. Dünya Savaşı’nın sonrasındaki ve Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü dönemlerdir. Bu dönemlerde cephelerden dönenler ve dönemeyenler ile yoksulluk içinde geçen bir çocukluk dönemi, Buğra’yı derinden etkilemiş ve yazılarına derin izler bırakmıştır.
I. Dünya Savaşı tüm dünya ülkeleriyle birlikte Osmanlı Devleti'ni de derinden sarsmıştır; halk, psikolojik bunalımlar, nüfus kayıpları, salgın hastalıklar ve ekonomik çıkmazlarla baş etmeye çalışıyordu. Savaşın başlamasıyla erkeklerin çoğu cepheye gitmiş, geçimini tarımdan sağlayan halk, tarlalarda çalışacak insan bulmakta zorlanmıştır.
Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar bu yükü üstlenmek zorunda kalmış, bu durum tarımsal verimliliği düşürmüştür. Tarık Buğra, eserlerinde savaş yıllarının zorluklarına ve dönemin ekonomik sıkıntılarına geniş yer vermiştir. Küçük Ağa adlı romanında halkın yaşadığı ekonomik zorlukları çarpıcı biçimde anlatır.
Bu romanda, I. Dünya Savaşı sonrası halkın içindeki sosyal ve siyasal sıkıntıların yanı sıra açlık, yokluk ve sefalet gözler önüne serilir. Yazar, bu sıkıntıları eserinde şöyle dile getirir: “Akşehir, 1919 baharını büyük çöküntüden sonraki ilk baharı karşılıyordu. Parasızlık, yokluk ve açlığa karşı belli belirsiz bir ümit baharı bekliyordu.” Yalnızca yaşlıların, kadınların ve çocukların kaldığı kasabada tüm işleri üstlenmek zorunda kalmaları, her şeyin verimini azaltmıştır.” şeklinde konuştu.
İkinci konuşmacı olan Sema Yüksel Tarık Buğra romanlarında “aynı fikirler farklı bakış açıları” üzerine sunumunu yaptı.
Yüksel “Winston Churchill’in bir sözünde belirttiği gibi, "Politika, gerçekleri gizleyip yalan söylemek değil, gerçeklerin istediğiniz yanını göstermektir." İnsanlar geçmişte, şimdi ve gelecekte kendi çıkarları için çalışmaktadır.
Partiler de çıkarlar üzerine kurulmuştur; aslında belli bir ideolojiyi, bir kitleyi veya bir şahsı savunurlar ya da en genel anlamda halkın çıkarlarını koruduklarını iddia ederler. Kimi için iyi olan diğerine göre kötüdür. Tarık Buğra, eserlerinde partilerin çıkar çatışmalarını ele alan bir yazardır.
I. Dünya Savaşı’nın sonlarında doğan Tarık Buğra, Türk milletinin en zor günlerine tanıklık etmiştir. Dünya Savaşı sona erse de Osmanlı Devleti’ndeki iç karışıklıklar devam etmiştir. Bu nedenle ülkede parçalanmalar olmuş ve çeşitli cemiyetler ortaya çıkmıştır. Bazı cemiyetler, azınlıkların haklarını savunma bahanesiyle ülkeyi bölmeye çalışırken, Milli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ise bölgesel olarak ülkeyi savunma amacı güdüyordu. Tarık Buğra, bu cemiyetler arasındaki çatışmaları eserlerinde işlemiştir.” ifadelerini kullandı.
Üçüncü konuşmacı Safiye Girgin Tarık Buğra hikayelerinde şiirsellik üzerine konuştu.
Girgin “Öykü sanatı, malumunuz, şiirden farklıdır. Şairler eserlerinde genellikle şahsi duygularını ifade ederken, vezin, kafiye ve söz sanatları gibi ahenk unsurlarına başvururlar. Hacim olarak kısa olan şiirde her kelime kıymetlidir, hatta kelimenin şiir içindeki yeri bile çok önem taşır. Öykücüler de bu sınırlı hacme bir dünya sığdırmaya çalışırken kendilerine özgü bazı tekniklere başvururlar; kelimeler ve sembollerin telkin gücü öykü sanatında da önemli bir yer tutar.
Necip Fazıl, şiirin insanlığın en sahici dili olduğunu, pek çok sanatın şiirin imkânlarını kullandığını belirtir. Öyküde şiir bulunmasa da şiirselliğin yer alabileceğini ve bu durumun öyküde başarı sağlayabileceğini ifade eder.
Tanpınar ise, “Şiir söylemekten ziyade bir susma işidir” diyerek, sustuklarını öykü ve romanlarında anlattığını dile getirir. Şiir anlayışı ile roman anlayışının çok fazla ayrılmadığını belirten Tanpınar, bu eserlerinde kendiyle beraber hayatın ve insanların peşinde olduğunu ifade eder. Farklı türlerde eserler vermiş bir yazarın bu sözleri, şiir ve öykü arasındaki ilişkinin değerlendirilmesinde önem taşır. Böylece şiire neden öykünün ağırlaştırılmış zamanı dendiği de anlaşılır.” dedi.
Panelin son konuşmacısı olan Fatma Uyar Tarık Buğra romanlarında değerler çatışmasını anlattı.
Uyar “İnsan, hayata anlam katan değerleriyle hayatını şekillendirir; tavır, inanç, tutum ve davranışlar bu değerlerin bir yansımasıdır. Tarık Buğra’nın romanlarında, özellikle güven, saygı, dürüstlük ve sadakat gibi değerlerin çatışmalarına tanık oluruz. Yazar, bu değerleri ahlaki, siyasi, dini ve sosyokültürel açılardan ele alarak roman kahramanları üzerinden okuyucuya sunar.
Örneğin, Yalnızlar adlı eserde, yalan söyleme, aldatma ve küçümseme gibi davranışlar Murat, Hürrem ve Doktor Rıza karakterleri üzerinden işlenir. Bu karakterler, kararsızlıkları ve çelişkileriyle ön plandadır; bu kararsızlıklar da bir değer çatışmasını gözler önüne serer.
Murat, üniversiteye başlamak için İstanbul’a gider ancak müziğe olan ilgisi nedeniyle eğitiminden uzaklaşır. Yeterince başarılı olamamasına rağmen, çevresine fakülteyi bitirdiğini ve müzik alanında gelişmeler yaşadığını söyler. Murat’ın bu yalanı, onun ahlaki bir çatışma yaşadığını gösterir.
Aynı eserde, Hürrem’in evliyken Murat’a duyduğu ilgiyi sorgulaması ve Doktor Rıza’nın ise Hürrem’le evlendikten sonra başka bir kadınla mutlu olmak istediğini ifade etmesi, ahlaki değer çatışmalarının derinliğini yansıtır.” Dedi.
Programda emeği geçenlere; TYB Konya Şube Başkanı Ahmet Köseoğlu, Dr. Cemil Paslı, Dr. Ümit Savaş Taşkesen Cengiz Acar, Saliha Değirmenci Yavaş ve Prof. Dr. Kemal Kahramanoğlu katılım beratlarını takdim etti.