Yaşlı Adam ve Deniz

  İzleyenleriniz mutlaka vardır. Ernest Hemingway in romanının filmi. İlk versiyonu 1958 de çekildi ve Spencer  Tracy in oynadığı filmde uzun süre balık tutamayan yaşlı bir adam sonunda kayığın bile taşıyamayacağı...

  İzleyenleriniz mutlaka vardır. Ernest Hemingway in romanının filmi. İlk versiyonu 1958 de çekildi ve Spencer  Tracy in oynadığı filmde uzun süre balık tutamayan yaşlı bir adam sonunda kayığın bile taşıyamayacağı bir balık yakalar.

Adam yakaladığı balığı dışarıdan kayığa bağlayarak götürmeye çalışır ama açık denizde uzun süre kalmak zorunda olunca yakaladığı büyük balığı diğer büyük balıklar yiye yiye bitirir. Ve yaşlı adamın elinde sadece koca  bir balık iskeleti ile misinanın kestiği ellerindeki yaralar kalır. Bu kadar kültürlenmişken aynı yazarın Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanını da unutmayalım.  

 Aslında tüm hikaye 2. dünya Savaşı sonunda başlıyor. Dünya iki kutuplu halde soğuk savaş dönemine girdiğinde iki kutupta ülkeleri yanında görmek isterken Türkiye nin seçimi Amerika oluyor.

Amerika ve savaşın merkezindeki ülkeler hızla kalkınırken bizim gibi kalkınmakta olan ülkeler adıyla sınıflanan ülkelere bu yeni dünyada biraz daha ikinci roller biçiliyor ve Türkiye o günün şartlarında tarım ülkesi konumlamasında yer alıyor. Derken Marshall Planı ve yardımları devreye girer.

Bu planın Türkiye si için Marshall Planı sayfa 56  da Russel Dorr bu konu ile ilgili düşüncesini şöyle ifade etmiştir; “Türkiye'nin iktisadi program neticesinde çoğalan buğday mahsulü hür dünyanın ordularını ve savunma fabrikaları işçilerini beslemeye yardım edecektir. Hür dünyanın kuvvetlenmesi Türkiye'de istihsalin artması ile dostlarına hayat ihtiyaçları olan gıda maddeleri kömür ve malzeme ihracatı ile elde edilebilir”  Ve Türkiye de buğday ve pamuk üretiminde ciddi artışlar olur. Bu dönemde ülkeye biçilen rol, tarım ve tarım öncelikli hafif sanayidir. Hatta Türkiye nin 3000 traktörlük talebi red edilir ve ülke tarımı en az 10 yıl geriye atılır.

 Bu dönemlerde tam olarak da 1948 de Türkçe adının baş harfleriyle GATT imzalandı. Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel anlaşmasına Türkiye 1953 de girdi. Kabaca ticaretin serbestleşmesini ve karşılıklı tarife indirimine gidilen bir süreç başladı. Ülkenin çok güçlü olmaması aslında tarım sektörünü güçlü yabancı firmalara açmış oldu.

GATT zaman içinde periyodik tartışmalarla 1995 de ki Dünya Ticaret Örgütü nün Tarım Anlaşmasına dönüştü. Bu anlaşmada ise ülkelerin kendini korumak için koyduğu ithalat ihracata dayalı savunma seviyeleri düşürüldü, sübvansiyonların düşürülmesi kararları alındı. Gelişmiş ülkeler için iyiydi ama bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için durum yorucu olacaktı.

Dünya Savaşı sonrası ekonomiler, Gatt, Dto Tarım anlaşması derken süreçler dünyayı 80 sonrası küreselleşme akımına getirdiğinde Türkiye, Dünya Bankasıyla yapılan “Ekonomik Reform Kredisi Anlaşması”  kapsamında uygulanmaya başlayan “Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP)e geçiş yaptı.

2000 lerdeki “tarım reformu” aslında dünya bankasıyla yapılan anlaşmaların tarımdaki yansımasıydı. Subvansiyonların kaldırılıp doğrudan gelir desteğine geçilmesi, fiyat ve girdi desteklerinin aşamalı olarak kaldırılması, tarımdaki devlet isletmelerinin özelleştirilerek tarım ürünlerinin islenmesi ve pazarlanmasında hükümet müdahalesinin azaltılması yeni tarım reformunun temel özellikleriydi.  

 Sonuç olarak eskiden yapılan “destekleme” alımları kaldırılınca buğday, pamuk, tütün gibi ürünler azaldı hatta tütün gibi yok oldu. Çünkü taban fiyat yüksekliği destekleme alımlarının yükünü ortadan kaldırmak için farklı ürünlere dekar başı ödemelerle bu ürünlerin ekim dikimi daraltıldı. Kooperatif ve birlikler “özerkleşme” denilen kurallar sonrası gücünü kaybetti.  

 Sonuç olarak dünyanın ve ekonominin seyri bizi bir şekilde “serbest piyasa”nın hareket alanı haline getirdi.  

  Benzetme ne kadar doğru olur bilmiyorum. Akıllı gübreler farklı kimyasal şartlarda ve farklı kimyasal formlarda hazırlanır ki gübredeki besinler ancak ona ihtiyaç duyulduğunda oluşacak kimyasal, ısı ve nem ortamlarında çözünmeye başlar. O gübrelerin aklı buradadır.

Ancak piyasa şartları daha ekonomik olan kaplama gübreyi keşfetti. Akıl yerine gübrenin kaplaması zaman kazandırdı. Akıllı gübreler şartlar oluşuncaya kadar gübre çözülmüyor ve ancak o şartlar ne kadar oluştuysa işe yarıyor kalanı hala toprakta duruyordu. Ama akıllı olarak tanıtılan kaplama gübrelerde içi klasik  gübre olduğu için, kaplama eriyince kalan bir şey olmuyordu.  

 Sanırım bizde bu farkı yaşadık tarımın yakın tarihi içinde. Akıllı gübreymiş gibi davranıldı ama aslında kaplama gübre çıktı ortaya. İlk yağmurda her şey eridi gitti. İhtiyar Adam ve Balıkçı hikâyesi gibi elimizde nasır ve çoğu yenmiş bir balık iskeleti. Çanların kimin için çaldığını fark etmeden bu günlere geldik.  

 Mesela geçmiş zamanlarda her sektörün bir bankası vardı. Demirbank, Şekerbank, Pamukbank gibi bankalar aslında o sektörlerin bankasıydı. Yok oldular. Bunun son örneği Ege de tekstilden geldi. Tekstil sanayicisi Egeli fabrikalar Ege Giyim Sanayicileri diye bir birlik oluşturdu. Sonra üretimdeki sanayici güçleri ve Sökenin pamuk hammaddesinden gelen güçle bankalaştılar. EGS Bank oldular. Ama temeldeki tarım desteklenmeyince buhar olup gitti her şey. .  

 Topraksız tarım, sürdürülebilir tarım, teknoloji 4. 0, iyi tarım kötü tarım… Akıllı gübre gerzek gübre… Başı dönmüş bir üretici. Tarihini, hikâyesini bilmeden savrulurken üreticinin yapabileceği en mantıklı şey bilinçli, bilerek ve akıllı tarım yapabilmek oluyor şu şartlarda.  

 Sağlık ve esenlikle selamlar…  

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Köşe Yazıları Haberleri