İYİ BİR EĞİTİM ALZHEİMER HASTALIĞI İÇİN KORUYUCU
Beynin düşünme, hafıza ve dil bölümlerini etkileyen Alzheimer hastalığını İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Hakan Gürvit değerlendirdi.
Alzheimer hastalığını beyin hücre ölümü ve unutkanlıkla başlayan, zamanla beynin birçok alanının işlevini kaybettiği bir hastalık olarak tanımlayan Prof. Dr. Gürvit, Alzheimer hastalığının nörodejeneratif hastalıklar arasında en sık görüleni olduğunu söyledi. Prof. Dr. Gürvit, Alzheimer hastalığının; kişinin günlük yaşamını eskisi gibi sürdürmesini engelleyen, ilerleyici, kronik bir beyin hastalığı olduğunu belirterek, “Alzheimer hastalığı beyni sağlı sollu istila etmeye devam ettikçe sol tarafa ilişkin dil bozuklukları, nesne adlandırma bozuklukları; sağ tarafa ilişkin coğrafi oryantasyon bozuklukları, dış mekanda ve bilinmedik mekanlarda dolaşamama gibi belirtiler kendini gösteriyor” şeklinde konuştu.
“Laboratuvar Yöntemleri Sayesinde Risk Altındaki Bireylerde Hastalığı Tanımak Artık Mümkün”
Prof. Dr. Gürvit, “Halk arasında bunama olarak da anılan Alzheimer, aslında ilerleyici bir hastalık. Alzheimer başlangıçtaki belirtileriyle kalmıyor. Birden fazla zihinsel işlev bozulduğu zaman artık Alzheimer demansından yani halk arasında bunama denilen tanıdan söz ediyoruz. Bununla birlikte artık hastalığı çok erken dönemde tanımak mümkün. Fakat çok yakın tarihe kadar, ortalama 8-10 yıl öncesine kadar sadece klinik tanı koyulabiliyordu. Günümüzde laboratuvar yöntemleri sayesinde çok erken evrelerde hatta hiç belirti vermemiş fakat risk altındaki bireylerde bile hastalığı tanımak mümkün” dedi.
“Çevresel Faktörler Genetik Mutasyonlardan Daha Etkili Bir Orana Sahip”
Birtakım genetik ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimi olan Alzheimer hastalığının ortaya çıkmasında, çevresel faktörlerin genetik mutasyonlardan daha etkili bir orana sahip olduğunu belirten Prof. Dr. Gürvit, “Çevresel faktörlere bakıldığında kalbe zararlı olan şeylerin beyne de zararlı olduğu görülmektedir. Kalbe zararlı olan şeylere bakıldığında ise hipertansiyon ve diyabetin aynı zamanda Alzheimer hastalığı için de risk faktörleri olduğu görülmektedir. Bu durumda özellikle hipertansiyona ve diyabete sahipseniz dikkatle ve özenle risk faktörlerini takip etmek durumunda olmalısınız” dedi.
Prof. Dr. Gürvit, bazı risk faktörlerinin ise değiştirilemez olduğunu belirterek, “Söz gelimi kadın olmak erkek olmaya göre daha riskli bir durum. Her şeyden önce bilinmesi gerekir ki östrojen beyinde olumlu bir etkiye sahip. Ancak kadınlar menopoz döneminin ardından östrojenlerini yitiriyorlar. Erkeklerde ise testesteronlar östrojene çevrilip ömür boyu beyinde kullanılabiliyor. Diğer yandan kadınların yaşam süresi erkeklere göre daha uzun. Dolayısıyla kadınların uzun ömürleri içinde hastalığa yakalanma ihtimalleri daha fazla oluyor. Tüm bunlara ek olarak, şuur kayıplı bir kafa tramvası Alzheimer hastalığı için bir risk faktörüdür. Risklerin bir kısmı ise günlük yaşam içerisinde azaltılabilir. Söz gelimi motorsiklet kullanıcıları ve boksörler kafa travması riskinden korunmak için kask kullanabilir” ifadelerinde bulundu.
“İyi Bir Eğitim Alzheimer Hastalığı İçin Bir Koruyucu”
Alzheimer hastalığından korunmanın risk faktörleri konusunda farkındalık ile sağlanabileceğini ifade eden Prof. Dr. Gürvit, “Bu hastalık başlıca bir yaşlılık hastalığıdır ve burada temel belirleyici olan da yaşlılıktaki yaşam tarzıdır. Bedenin ve zihnin aktif tutulduğu bir yaşlanmanın hastalık için koruyucu olduğunu biliyoruz. Bunun yanında iyi bir eğitimin de Alzheimer hastalığı için bir koruyucu olduğu bilinmektedir. Bütün kültürlerde düşük eğitim ve sosyal izolasyon bir risk faktörüdür. Bunun için özellikle yaşlı nüfus mümkün olduğunca aktif bir emeklilik yaşamına katılmalı ve yaşlılık yaşamını teşvik edecek birtakım toplumsal önlemler, korunma yolları faaliyete geçirilmelidir. Yapılan bir çalışmada, Kaliforniya’da düzenli yürüyüş yapan yaşlıların evlerinde oturan yaşlılara kıyasla çok daha az hastalık riski taşıdığı ortaya çıktı. Dolayısıyla basit yürüyüşler bile Alzheimer hastalığından korunma yolunda atılmış adımlardır. Sosyal etkileşim, dost ahbap görüşmeleri de başlıca önlemler arasındadır. Örneğin; edinilmiş hobilerin ısrarla sürdürülmesi, hanımların el işlerini bırakmamaları, mutfak işlerini ısrarla sürdürmeleri gibi şeyler koruma listesine eklenebilecek son derece basit önlemlerdir” dedi.
“Ülkenin En Gelişmiş Araştırma Merkezi İstanbul Üniversitesi’nde”
Türkiye’deki en gelişmiş araştırma merkezinin İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Gürvit, “Tevazu göstermeden söyleyebilirim ki, ülkenin en gelişmiş araştırma merkezi bizim üniversitemizdedir. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı içinde bir alt birim olan Davranış Nörolojisi ve Hareket Bozuklukları birimi genel olarak nörodejeneratif hastalıklar, bunlar içinde de en sık görülen Alzheimer ve parsinkon hastalığı ile uğraşıyor. Yöneticiliğini yaptığım bu birimde interdisipliner çalışmak gerekiyor” şeklinde konuştu.
Alzheimer hastalığı konusunda dünyadaki gelişmelerden de söz eden Prof. Dr. Gürvit, “Bilimsel açıdan dünyadaki sınırlar kalktı ve bu açıdan dünya küçüldü diyebiliriz. Özellikle 1990’lı yıllar boyunca Alzheimer hastalığının tedavileri konusunda onaylanan ilk ilaçlar birbiri ardına piyasaya çıktı. Fakat 2000’li yılların başından beri yeni ilaç çıkmadı. Mevcut ilaçlar ise hastalığı yaklaşık 2 yıl kadar durdurabiliyor. Aslında bu azımsanacak bir şey değil fakat günün biride bu hastalığı 5 yıl durdurabilen bir ilaç keşfedilebilirse hastalığın görülme sıklığı toplumda birdenbire yarıya inecektir. Ancak maalesef henüz daha o aşamaya ulaşamadık. Bunun başlıca nedenlerinden biri de şimdiye kadar hastalığı bunama yani demans aşamasında çok geç tanıyorduk. Oysaki, bir hastanın demans geliştirebilmesi için belki de hastalığından 15 ile 20 yıl geçmesi gerekiyor. Şimdi ise hastalığı çok erken evrelerinde tanıyabiliyoruz” ifadelerinde bulundu.
“Alzheimer Hastalığı İçin Erken Dönem Klinik Çalışmaları Oldukça Önemli”
Alzheimer hastalığında erken dönem klinik çalışmalarının önemine değinen ve bu hastalığın ilerlemesini engelleyebilecek bir ilaç bulunabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Gürvit, “1960’lı yılların başında kalp krizi ya da inme geçirmeden sistemik atardamarlarda kolesterolün biriktiği bilinemiyordu. Ancak günümüzde basit bir kimya tetkiği ile kolesterol düzeylerinin kritik seviyeyi geçip geçmediği anlaşılmaktadır. Bu haliyle henüz hiçbir klinik belirti vermemiş hastada bile kolesterole karşı önlem alabiliyoruz. Aynı şekilde Alzheimer için de 2020’li yıllardan itibaren büyük ilerlemelerin olacağını düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.