Geçmişten günümüze "Sarayönü"-41
Sarayönü düğünleri (1)
Hititlere kadar uzanan tarihi geçmişiyle köklü bir yerleşim yeri olma özelliğini elinde tutan Sarayönü ilçesi, On Dokuzuncu yüzyılın sonları itibariyle de göç hareketlerine sahne olarak1 etnik çeşitliliği bünyesinde uyum içerisinde barındırmayı başarabilmiştir. Sarayönü’nde sekiz farklı kültürün varlığı ve bir arada yaşıyor olabilmeleri ilçenin güçlü yanı olarak gösterilmektedir2. Manavlar, Balkan muhacirleri, Yörükler, Türkmenler, Karaçay Türkleri, Tatarlar, Kürtler ve Çerkezlerden örülü etnik oluşum, kültürel manada Sarayönü’nü oldukça renkli bir hale getirmiştir. Bu kültürel renklilik içinde düğünlere ayrı bir yer vermek gerekmektedir. Bu paralelde ilgili çalışmada etnik unsurlar dikkate alınmış, Sarayönü ilçe merkezinden ayrı olarak Lâdik, Başhüyük, Ertuğrul, Konar, Kadıoğlu, Boyalı ve Zengen yerleşim birimlerinden olan insanlarla yapılan görüşmeler dâhilinde tebliğ hazırlanmıştır. Tebliğ, düğünlerle ilgili gelenekleri kronolojik olarak değerlendirmiş, kız istemeden başlayarak yaşanılan gelişmeler sırasıyla ele alınmıştır.
1. Sarayönü Merkezinde Düğünler
Kız İsteme/Dünür Gitme: Sarayönü merkezde evlenmelerde geçmiş dönemlerden itibaren görücü usulü hâkimdir. Zaman içerisinde bu durumda azalma yaşanmışsa da tamamen terk edilmiştir diyemeyiz. Evin oğlunun evlenme çağına gelmesiyle beraber, ailenin bayanları tarafından akraba ve yakın çevreye bu durum anlatılır. Kendilerine uygun gelin adayı olup olmadığı araştırılır ve bu bağlamda oğullarının anlaşabileceği kıza aile dünür gider. “Dünür gitme” önce erkek evinin bayanları, sonra da anne, baba ve ailenin büyükleriyle yapılır. Damat adayı eski zamanlarda kız istemede bulunmazken son süreçte genel olarak bu gelenek içinde yerini almaktadır. “Kız isteme” veya “dünür gitme” diye tabir edilen bu gelişmede kız tarafı “evet” derse arkasından “yüzük takma” geleneği ikinci aşama olarak yaşanır.
Yüzük Takma: Kız istenmesinin akabinde yaşanan ve iki gelişme arasında çok da vakit geçirmeden vuku bulan “yüzük takma” esasen nişanlanma dediğimiz olaydır. Ancak Sarayönü’nde günümüzde de “yüzük takma” adıyla anılmaktadır. Yüzüğün takılacağı günün ikindi vakti “oğlan evi”nden 15-20 tane kadın “kız evi”ne lokum, bisküvi, çay ve kolonya gibi yüzük takma merasiminin ardından ikram edilecek malzemeleri götürür. Gelen bu bayanlara kız evi, kenarları oyalanmış tülbent hediye eder. Bunun sonrasında misafirler dağılır. Aynı günün akşamı akraba ve komşulardan çağrılan erkek ve bayan konuklar kız evine gelirler. “Yüzük takma”nın öncesinde kız tekrar istenir ve “kız sizindir” denilmesiyle bu olaya gelen yakınlar tanıklık etmiş olurlar. Kızın yeniden verilmesinin sonrasında yüzükleri oğlan evinden birisi, genelde amca, takar. Yüzük, önceki süreçte misafirlerin yanında takılmazken günümüzde bu gelenek fazla uygulanmamakta, topluluğun içinde takılabilmektedir. Yüzüğün takılmasının ardından önce hoca dua okur, sonra oğlan evinin kadınlarının ikindi vakti getirdiği hediyeler ikram edilir. Bu ikram, sonraki süreçte yüzüğün takıldığı, yani nişanlanıldığı anlamında “lokumu yenildi” tabirinin kullanılmasına da sebep olmuştur. Bu gece, lokumun yenilmesinin ardından, gelen konukların yani oğlan evinin dağılmasıyla son bulmaktadır.
Baş Bozma: Düğünün bir hafta, on gün öncesinden gerçekleştirilen bu gelenekte akraba ve komşu gibi yakın tanıdıkların bayanları öğle vakti kız evinde toplanırlar. Yanlarında “büyük dürü” olarak adlandırılan ve “gelin kızın” kendisine, anne babasına, nine ve dedelerine, kardeşlerine ve evlilerse onların eşlerine, hala ve teyzelere hazırlanıp bohça içine konulmuş, kıyafet, çorap, çamaşır, tülbent, havlu gibi hediyelikler getirilir. Baş bozmada kız evi ikram olarak çorba ve pilav hazırlamaktadır. Yemeğin sonrasında oğlan evi gelinin omuzlarına çember, çalık, parça kumaş ve basma atmaktadır. Öyle ki bu omuzlara konulanlar gelinin baş hizasını geçer, bunlar alınır ve yenileri konulmaya devam eder. Bundan dolayı gelin kızın saçları bozulduğu için bu merasim “ baş bozma” olarak adlandırılmıştır. Gelin kıza alınan altın da bugün takılmaktadır. Bugüne özgü bir diğer gelenek de günümüzde uygulamadan kaldırılmış olan gelin kızın tüm başına kına yakılmasıdır. Kına yakıldıktan sonra başına Hacı başörtüsü kapatılan gelin kızın saçları iyice bozulur, bu durum günün neden “baş bozması” adını aldığını da açıklamaktadır. Aynı günün akşamında yine kız evinde, ancak bu sefer erkeklerinde olduğu bir halde fakat ayrı sofralarda yemek yenir, sonrasında da farklı odalarda sohbet ve eğlence yapılırken günümüzde baş bozma gününün akşamında herhangi bir toplanma durumu söz konusu değildir.
Kahve İçme: Düğün tarihinden iki gün önce oğlan evinde verilen yemek davetine “kahve içme” denilmektedir. Bunun sebebi “okuyucu”nun, yani yemek çağrısını yapan kişinin “akşam kahvesini bizde içeceksiniz” diyerek davette bulunmasıdır. Önceki dönemlerde çaydan ziyade kahvenin yaygın olması da bu ismin verilmesinde etkin rol oynamıştır. Bu davet yalnızca oğlan evinin akrabalarına verilmekle beraber kız evine de yemek gönderilmektedir.
Gelis: Günümüzde yerini “kına gecesi” tabirine bırakan Gelis, kız evinde oğlan evinin bayanlarıyla kız tarafının bayanlarının yaptığı eğlencedir. Önceki süreçte kız evine, yakınsa yürüyerek ellerde meşalelerle, uzaksa traktörlerle erkekli bayanlı gidilirken ve erkekler evin dışında eğlenirlerken günümüzde bu eğlence düğün salonlarında yapılmaya başlanmıştır. Dün de bugün de bu akşamda bayanların müzik eşliğinde oynaması ve gelin kıza kına yakılması ana temadır. Eskiden geliste tef çalınarak türkülerin söylenmesi ve tahta kaşıkla oynanması söz konusuyken bu gelenek oldukça azalmıştır. Eğlencenin sonrasında “kına yakma” merasimine gelindiğinde hazırlanan, yöre tabiriyle “karılan” kına gelin kızın tüm ellerine, ayaklarına ve ensesine yakılırken artık sadece avuç içine konulur hale gelmiştir. Kınayı yakanlardan birisi kız, birisi oğlan evinden olmak üzere biri yeni evli diğeri bekâr iki genç bayandır ve bu bayanların annelerinin hayatta olma şartı vardır. Önceden kınanın yakılması sırasında yaşı büyük bayanlardan birisi ağıt yakarken, bugün artık başta “yüksek yüksek tepeler” olmak üzere türküler söylenir hale gelmiştir. Eski dönemlerde kınanın yakıldığı tabak misafirlere tutularak içinden kına ikram edilirken artık bunun yanı sıra küçük keseler içinde kuru kına dağıtılır olmuştur. Bunun bir nevi nikâh şekeri gibi hatıra kalması babında düşünülmesi gerekir. Yine öncesinde olmayan ve günümüzde adet halini almış bir uygulama da kına yakılmadan önce gelin kızın avucunu sımsıkı kapatması ve açması için kayınvalideden çeyrek altın istemesidir. Çeyrek altın konulmasıyla gelin kız elini açmakta, önce bu altın avuca yerleştirilmekte, sonra kına yakılarak o güne özel hazırlanan eldivenler ele geçirilmektedir. Günümüzde düğün sektörünün gelişmesiyle bu eldivenler değişikliğe uğramış, farklı ürünler kullanılır hale gelmiştir. Yine önceden gelise katılmayan damat da artık kınanın yakılacağı vakit geldiğinde bu geceye katılarak bir avucuna veya küçük parmağına kına yakılır olmuştur. Kına yakılması esnasında gelin kıza oğlan evinin, damada da kız tarafının hazırladığı ve genelde kırmızı ve yeşil tülden örtüler de kullanılır. Bunlardan kırmızı olan gelin kızın başına, yeşilse damadın omzuna örtülmektedir. Ayrıca kına yakıldıktan sonra gelin kız ile damadın birlikte kısa bir süre için oynaması da yeni uygulamalardandır. Damat bu oyun kısmının ardından birlikte geldiği sağdıçla geceden ayrılmaktadır. Bayanların eğlencesi belli bir süre devam ettikten sonra misafirler dağılır ve gelin kızın yanında yakınlarından genç kızlar kalabilmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.