KÂĞIT KALEM OLAYI
Hastalığının dokuzuncu gününde Hz. Peygamber biraz kendini toparlar gibi oldu ama bu durum çoğu zaman sondan bir süre önce yaşanan o geçici iyileşmelerden birine benziyordu. Hasta yatağında doğrulup oturdu, aklı başında görünüyordu, birkaç yudum su içti ve oradakilerin çoğu, o anda son arzularını açıklayacağını düşündü. Ama söyledikleri yine tam olarak anlaşılamadı, belirsizdi. “Bana bir kalemle bir kâğıt getirin de size bir şeyler yazayım, böylece hata yapmazsınız.” dedi.
O koşullarda bunun tamamen mantıklı ve basit bir talep olduğu düşünülebilir, ama onun bu sözü duyulunca odada bulunan eşleri, Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir adeta paniğe kapılır gibi oldular. Oradakilerin hiçbiri onun ne yazacağını daha doğrusu, rivayete göre, ne yazdıracağını bilmiyordu, çünkü geleneksel İslam öğretililerine bakılırsa, Hz. Muhammed okuma yazma bilmiyordu. Uzun yıllar ticaret yapmış bir insanın okuryazar olmaması pek mümkün görünmese de öyleydi. Ticaret yapan birinin alıp sattıklarını yazması gerekir, edebi bir yetenek gerektirmese de bunu yapmak için yine de okuryazar olmalıdır. Fakat geleneksel İslam öğretilerinde Hz. Muhammed’in okuryazar olmadığı farz ediliyordu ve bu da Kur’an-ı Kerim’in bir insan tarafından yazılmadığının, Allah katından vahiy yoluyla gönderildiğinin garantisi oluyordu.
Vefat etmek üzere olan Hz. Peygamber kendisi yazmak veya yazdırmak istese de o anda herkesin aklında aynı sorular vardı: “Acaba ne yazdıracaktı? Onlara genelde ne yapacaklarını mı söyleyecekti? Geride bırakacağı topluma dini öğütler mi bırakacaktı? Ya da belki en çok beklenen ama en çok korkulan şeyi yapacak, vasiyetini bildirecekti. Vefatının yakın olduğu hissedilen Hz. Peygamber halifesini kesin olarak belirleyecek miydi?” bunları bilmenin tek yolu, ona kâğıt kalem getirmekti, ama böyle bir şey olmadı. Hz. Peygamber ne istediğini söyler söylemez, oradaki herkes bunun ne anlama gelebileceğini anlamıştı. Gerçekten vasiyetini yazarsa ne olacaktı? Ya onların aleyhine olan birinin adı yazılırsa ne yaparlardı?
Gerçekten vasiyetini yazmak istiyorsa, neden sadece söylemiyordu bunu Hz. Peygamber? Neden kâğıt kalemde ısrar ediyordu? Yatağında bile etrafındaki insanlara güvenmiyor, istediğini yapmayacaklarından korkuyor ve bunu herkesin görebileceği bir şekilde mi yazmak istiyordu acaba? Ama oradakilerin hiçbiri bu soruları yüksek sesle dile getiremedi. Kendi aralarında hastanın fazla zorlandığını konuştular. Hz. Peygamber kendinde değildi ve ona aşırı baskı yapmaktan çekiniyorlardı. Hasta odası sessiz olmalıydı ama bunu tartışırken bile seslerini yükselttiler.
Yanındakiler kâğıt kalem getirip getirmeme konusunda tartışıp seslerini yükseltince, gürültüye karşı hassas olan Hz. Peygamber rahatsız oldu. Birden sinirlendi ve daha fazla dayanamayıp, elinden geldiğince sert bir sesle, “Yalnız bırakın beni! Yanımda tartışmanızı istemiyorum!” dedi.
Son kelimelerini Hz. Ömer duydu ama bu da yeterliydi. Kumanda eder gibi sert bir tavırla, “Allah’ın elçisi acı çekiyor, elimizde Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim var ve bu da bize yeter.” dedi ve odayı terk ettiler.
Peki, Kur’an-ı Kerim Müslümanlara yetecek miydi? Yoksa Hz. Peygamberin vefatından sonra İslam’a hurafeler mi musallat olacaktı? Kur’an-ı Kerime sımsıkı sarılması gereken Müslümanlar kendilerine yeni liderler seçip fırka fırka ayrılacak mıydı? Bugün hala Hz. Peygamberin tebliğ ettiği dosdoğru yol üzere miyiz? Yoksa bu dosdoğru yol Hz. Peygamberin vefatından sonra bazıları tarafından çatallaştırılıp Müslümanlar farklı yollara mı yönlendirildi? Bu soruların cevaplarını iyi düşünmeli ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalıyız.
Selam ve dua ile…
Yazı da Lasley Hazleton’un Peygamberden Sonra Sünni-Şii Bölünmesinin Epik Hikâyesi isimli eserinden yararlanılmış ve alıntılar yapılmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.