Selçuklu Salı Sohbetlerinde bu hafta Endülüs tarihi anlatıldı
Konya Aydınlar Ocağı tarafından organize edilen Selçuklu Salı Sohbetlerinde Araştırmacı yazar ve yönetmen İbrahim Dıvarcı, İspanya’da yaptıkları Türk-İslâm eserlerini araştırma çalışmaları hakkında fotoğraf sunumu yaparak bilgiler verirken Ocak Başkanı Dr. Mustafa Güçlü de Endülüs tarihini anlattı.
İl Halk Kütüphanesi Salondaki programda ilk olarak kürsüye gelen Öksüz Ozan Avrupa kıtasındaki ilk Müslüman devlet Endülüs ve Bosna Hersek üzerine kaleme aldığı duygu yüklü şiiri seslendirdi. Daha sonra fotoğraflar eşliğinde Endülüs bölgesindeki eserler hakkında bilgilendirmede bulundu.
Dünyada kadınlar için en görkemli yapıların Müslümanlar tarafından kadınlar için inşa edildiğine işaret eden Dıvarcı, “Kadınlara hediye edilmiş abidevi eserlere rastlamak mümkün. Kadınlara şehirler hediye edilmiş, saraylar inşa edilmiştir. Kurtuba’daki Medine’tül Zehra da bunlardan biridir” şeklinde ifadelere yer verdi.
İslâm bölgelerinde birbirine benzer çok sayıda su yapısı olduğuna dikkat çeken Dıvarcı “Endülüs bölgesinde de aynı izleri taşıyan su yapıları görüyoruz. Hatta Endülüslüler bu sanatı zirveye çıkarmışlardır” diye konuştu. Mabetler hakkında da bilgiler veren Dıvarcı, “Dünyanın bir çok yerindeki mabetlerde, o gün ayin varsa, biletiniz olsa bile ziyaretiniz kısıtlanır, dışarı çıkarılırsınız. Günümüz İspanya’sında da durum böyledir” dedi.
İspanya’da gördükleri, Türklere ait eserlere hakkında bilgiler veren Dıvarcı, “Madrit’te bir müzede Selçuklu eserleri bulunuyor. Üzücü olan, bugüne kadar hiçbir araştırmacı oralara gidip (Burada Türk eserleri var mı?) diye sormamış. Müzenin, 2006 yılında beri müdürü olan şahıs, bizim Türk objeleri olup olmadığını merak etmemiz üzerine, (Bugüne kadar Türkiye’den gelip özellikle Türk eserlerini soran olmadı) diyerek ilgisizliğimizi ifade etti. Oysa araştırmacılarımız oralarda, bizim tarihimize, kültürümüze ait eserler üzerine çalışmalar yapması lâzım ” şeklinde aktardı.
Dünyanın 53 ülkesindeki müzelerde Türklere ait emtialar bulunduğuna vurgu yapan Dıvarcı, “Saka’lardan, İskitlerden Osmanlı’ya kadar pek çok eseri Dünya müzelerinde görmek mümkün. Ancak batılılar Suriye, İran, Irak gibi mahreçli eserleri Türk eseri olarak tanıtmıyor. Oysa eserin ait olduğu yıllarda o bölgelerde Türkler yaşıyordu. (Siz kadim İran medeniyetiyle tanışmadan önce at çobanıydınız) gibi yaklaşımları var. Avrupa’da bizim kültürümüzü ve tarihimizi temsil eden eserlere karşı daha duyarlı olmak ve çalışmalar yapmak zorundayız” diyerek sözlerine devam etti.
Avrupa’da Türk İzleri takip etmek üzere 2007 yılından hu yana Aydınlar Ocağı ev sahipliğinde çalışmalar yaptığını da anlatan Dıvarcı, “Cumhurbaşkanlığı himayelerinde Türk varlığının izlerini sürüyoruz. Her ay birden çok ülkeyi ziyaret ederek çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Endülüs bölgesindeki çalışmalarımızda Aydınlar Ocağı Başkanımız Dr. Mustafa Güçlü Bey de bizimle oldu. Sonuçta on sekiz bölüm belgesel ortaya çıkacak. 2025 yılında belgeseli 2026 yılında da külliyatı bitirmeyi hedefliyoruz” dedi.
Şu ana kadar yaptıkları çalışmaların, Türk tarihinin yeniden yazılması gerektiğini ortaya çıkardığını anlatan Dıvarcı, “Dünya tarihinin batılı hegomanyadan kurtarılması lazım. Avrupa’da iki bin yıllık devlet yokken bizim tarihimizi kısıtlama çalışıyorlar” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Daha sonra kürsüne gelen Konya Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü İspanya yarımadasının Müslümanlar tarafından tarafından ne zaman ve ne şekilde fethedildiği, yaşanan tarihi süreci, yükselen medeniyeti ve çöküş sürecini anlattı.
Endülüs isminin, Kuzey Afrika’ya geçmeden önce bir süre İspanya’nın güneyinde yaşayan Vandallar’ın, (Vandalus) olarak anılmalarıyla, bu ismin (Endülüs) şeklinde dönüşmüş olabileceğini ifade eden Güçlü, “Kuzey Afrika Valisi Mûsâ b. Nusayr, Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’ten izin alarak Tarîf b. Mâlik kumandasındaki yaklaşık 500 kişilik bir birliği 710 yılının ilkbaharında keşif gayesiyle İspanya’nın güney kıyılarına yolladı.
Tarîf b. Mâlik’in bol miktarda ganimetle dönmesinden sonra İspanya’nın fethi için hazırlıklara başladı ve 711’de Berberî Târık b. Ziyâd kumandasındaki orduyu İspanya’ya gönderdi. İspanya’da hüküm süren Vizigot Krallığında da taht kavgaları, toplum içinde çatışmalar vardı. Yahudileri zorla hıristiyanlaştırma politikasının sebep olduğu çeşitli problemler yaşanıyordu. Târık bin Ziyad İspanya’nın güneyindeki Calpe Cebelitârık, dağında karargâhını kurduktan sonra yakınındaki Cezîretülhadrâ’yı aldı
. Vâdiilekke veya Rio Barbate kıyısında karşılaştığı Kral Rodrigo’nun Vizigot ordusunu, zorlu bir savaş sonunda yendi ve İspanya’nın fethi için müslümanların önünde ciddi bir engel kalmadı. Târık’ın kumandanları Malaga, Elvira ve Kurtuba yani Cordoba’yı ele geçirirken kendisi de önce Ecija’yı yani İsticce’yi e arkasından Vizigotlar’ın başşehri Toledo’yu fethetti” diye konuştu.
Fethin tamamlanması için Mûsâ b. Nusayr’ın çoğunluğu Araplar’dan oluşan 18.000 kişilik bir ordunun başında 712 yılında İspanya’ya geçtiğini ve Sevilla, Carmona, Leble ve Mérida’yı zaptettikten sonra Toledo’da Târık b. Ziyâd’la buluştuğunu anlatan Güçlü, “İkisi birlikte fetih hareketini İspanya’nın kuzeyine doğru devam ettirdiler ve Liyûn, Galicia bölgeleri ve Lâride, Berşelûne yani Barcelona, Sarakusta yani Zaragoza şehirlerine hakim oldular.
714 yılında Mûsâ b. Nusayr’ın Endülüs’ün idaresini oğlu Abdülazîz’e bırakıp yanına Târık’ı da alarak bol miktarda ganimetle birlikte Dımaşk’a dönerken hediye yanlarında Süleyman Masasını da hediye olarak götürdüler. 36 ayağı olan masanın bir ayağı Tarık’taydı ve hediye verildikten sonra onu da takdşm ederek (Asıl zafer sahibi olduğunu) vurgulamak istedi.
Çünkü Mûsa b. Nusayr ile aralarında soğukluk vardı. Bu dönemde Endülüs’te asrü’l-vülât bilinen valiler dönemi başladı. I. Abdurrahman’ın 756’da Endülüs Emevî Devleti’ni ilânına kadar devam eden dönemde yirmi bir vali başa geldi” dedi.
Endülüs’ün fethi sırasında kuzeye kaçarak katledilmekten kurtulanların, bir gün Müslümanları yenmek üzere ahitleştiklerini ve buna bağlı kaldıklarını anlatan Güçlü, “Valilerin çoğu, Pireneler’i aşarak Frank topraklarında yayılmaya gayret gösterdi ve Fransa’nın güneyindeki Sebtimâniye ve Arbûne bölgelerini ele geçirerek Paris’e yaklaştılar. Ancak Müslümanların 732 yılında Tours ve Poitiers şehirleri arasında yer alan ovada Franklar’a yenilmesi, Avrupa’daki fetihler açısından bir dönüm noktası oldu fâtihler güçlerini kendi aralarında baş gösteren iç çekişmelerde harcadılar.
Araplar’la Berberîler arasında meydana gelen olaylarda; kendilerine gereken değeri verilmediğini, kıraç, dağlık arazilerde yaşamak zorunda bırakıldıklarını ileri süren Berberîler, soydaşlarının Kuzey Afrika’da başlattıkları isyan hareketinden de cesaret alarak ayaklandı. Ayaklanma,ertesi yıl Belc b. Bişr kumandasında Suriye’den gelen Emevî askerlerinin müdahalesiyle bastırılsa da Anlaşmazlıkların sonu gelmedi.
Fetih hareketi sırasında İspanya’nın kuzeyinde dar ve dağlık bir bölge olan Asturias’a kaçan hıristiyanların, müslümanlar arasındaki iç çekişmelerden istifade ederek Endülüs topraklarına saldıracak kadar güçlendiklerini anlatan Güçlü, “Endülüs’te bunlar olurken Abbâsîler de Emevî hânedanına son verdi.
Abbasi takibinden kurtulan az sayıdaki kişiden biri olan Halife Hişâm b. Abdülmelik’in torunlarından Abdurrahman b. Muâviye Filistin ve Mısır üzerinden Kuzey Afrika’ya kaçtı. 755 yılında Endülüs’e geçerken, canını kurtarmayı değil burada bulunan çok sayıdaki Emevî yanlısı Arap, Suriyeli askerden destek alarak Emevî hânedanını yeniden kurma fikrindeydi.
Kısa sürede de , Vali Yûsuf el-Fihrî’nin tehdit ve engellemelerine rağmen Kayslılar’a kızgın olan Yemenliler’in ve Berberîler’in de desteğini alıp Cezîretülhadrâ, Şezûne, İşbîliye ve İlbîre’yi kontrolü altına aldı; sonra da Kurtuba’ya girerek kendisini bağımsız emîr ilân etti. Böylece 2. Endülüs Emevîleri dönemi başladı. Çıkan isyanlardan en çok faydalananlar, 801 yılında Endülüs’ün sınır şehirlerinden Berşelûne’yi ele geçiren Franklar oldu” dedi.
Endülüs’te İslâm dünyasını etkileyen gelişmeler yaşandığını anlatan Güçlü, “Endülğs en parlak dönemini 2. Abdurrahman zamanında yaşadı. 3. Abdurrahman’ın kendini Halife ilan etmesiyle İslam dünyası ilk defa iki halifeli dönem yaşadı. Fatımilerin Mısırı ele geçirip liderin kendini halife ilan etmesiyle de üçlü halife dönemi oldu. 1031’de Emevi hanedanı sürgüne gönderildi, halifelik lağvedildi ve Endülüs’te beyikler dönemi başladı. Kuzey’de Müslümanları alt etmek için fırsat bekleyen hıristiyanlar da bu durumdan istifade ederek şehirleri bir bir aldı, en son Gırnata düştü.” diyerek sözlerini tamamladı.
Kaynak:HABER MERKEZİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.